Öncelikle
farkındalıkla ne anlatılmak istendiğini anlamak gerekir. Yürüyorsun. Pek çok
şeyin farkındasın; dükkânların, yanından geçen insanların, trafiğin, her şeyin.
Pek çok şeyin farkındasın, yalnızca bir şeyin farkında değilsin, ve bu da
kendindir. Sokakta yürüyorsun, pek çok şeyin farkındasın ama kedinin farkında
değilsin! Bu öz farkındalığını George Gurdjieff öz-anımsaması olarak
adlandırmıştır. Gurdjieff, “Sürekli, nerede olursan ol kendini anımsa” der.
Her
ne yapıyorsan yap, sürekli olarak bir şeyi içinde yapmaya devam et: Onları
yaparken kendinin farkında ol. Yemek yiyorsun; kendini farkında ol. Diliyorsun,
konuşuyorsun; kendinin farkında ol. Kızdığında, kızgın olduğunun farkında ol.
Kızgınlığın orada olduğunu fark ettiğin anda hemen kızgın olduğunun farkında
ol. Sürekli olarak özü anımsamak sende ince, çok ince bir enerji yaratır.
Kristalize olmuş bir varlık olmaya başlarsın.
Normalde
sen gevşek bir torbasın. Kristalleşme yok, merkez yok; sadece bir sıvı, sadece,
merkezi olmayan bir sürü şeyin gevşek bir karışımı. Sürekli değişen ve yer
değiştiren, içinde efendisi olmayan bir kalabalık. Seni bir efendi yapan şey
farkındalıktır ve efendi derken bir kontrolcü demek istemiyorum. Bir efendi ol
derken demek istediğim bir mevcudiyet olman; kesintisiz bir mevcudiyet. Her ne
yapıyor ya da yapmıyorsan bilincinde sürekli olarak bulunması zorunlu olan şey,
var olduğundur.
Bu
kendin olma duygusunun, var olma halinin kendisi bir merkez yaratır; bir
dinginlik merkezi, bir sessizlik merkezi, bir içsel hakimiyet merkezi. O içsel
bir güçtür. Ve “içsel bir güç” derken bunu kelimesi kelimesine aynı anlamda
söylüyorum.Bu nedenle Buda “farkındalığın ateşi”nden bahseder; o bir ateştir.
Farkında olmaya başladıkça, içinde yeni bir enerji hissetmeye başlarsın, yeni
bir hayat. Ve bu yeni hayat, yeni güç, yeni enerji nedeniyle seni baskılayan
pek çok şey çözülüp gider. Onlarla savaşmak zorunda değilsin.
Kızgınlığınla,
hırsınla, cinselliğinle savaşmak zorundasın çünkü güçsüzsün. Öyleyse gerçekte
sorun kızgınlık, hırs ve cinsellik değildir, sorun güçsüzlüktür. Bir kez
içinde, içsel bir mevcudiyet —var olduğun— duygusuyla güçlü hissetmeye
başladığında, enerjilerin tek bir noktada yoğunlaşır, kristalleşir ve bir öz
doğar. Unutma ego değil bir öz doğar. Ego sahte bir öz duygusudur. Hiçbir özün
olmadan bir özün olduğuna inanmaya devam ediyorsun; ego budur. Ego sahte bir öz
demektir; sen bir öz değilsin, hâlâ kendinin bir öz olduğuna inanıyorsun.
Hakikati
arayan birisi olan Maulungputra Buda’ya geldi. Buda ona sordu: “Ne arıyorsun?”
Maulungputra:
“Kendimi arıyorum. Bana yardım et!”
Buda
ondan ne yapmasını önerirse önersin yapacağına ilişkin söz vermesini istedi.
Maulungputra ağlamaya başladı ve dedi ki: “Nasıl söz verebilirim? Ben olmadım;
henüz olmadım, nasıl söz verebilirim? Yarın ne olacağımı bilmiyorum; söz
verecek bir öze sahip değilim, o yüzden imkânsız olanı isteme. Deneyeceğim. En
fazla bu kadarını söyleyebilirim; deneyeceğim. Ama her ne söylersen yapacağım
diyemem çünkü kim yapacak onu? Ben söz verecek ve sözü yerine getirecek olanı
arıyorum. Henüz o değilim.”
Buda:
“Maulungputra bunu duyabilmek için sana bu soruyu sordum. Söz vermiş olsaydın,
seni geri çevirirdim. ‘Ne dersen yapacağıma söz veriyorum’ demiş olsaydın,
senin gerçek bir kendini arayan olmadığını anlamış olacaktım çünkü bir arayanın
henüz olmadığını bilmesi gerekir.
Yoksa
aramanın maksadı nedir ki? Eğer zaten olduysan ihtiyaç yok. Olmadın! Ve bir
kimse bunu hissedebilirse o zaman ego buharlaşır.”
Ego
var olmayan bir şeyin sahte fikridir. “Öz” söz verebilen bir merkez demektir.
Bu merkez sürekli farkında olarak, devamlı farkında olarak yaratılır. Bir şey
yaptığının farkında ol; oturuyorsun, şimdi uyuyacaksın, artık uyku sana
geliyor, şimdi dalıyorsun. Her an bilinçli olmaya çalış ve sonra içinde bir
merkez doğduğunu hissetmeye başlayacaksın; her şey kristalize olmaya başladı,
bir merkezlenme var. Artık her şey bir merkezle ilişkili.
Bizim
merkezimiz yok. Bazen merkezlenmiş gibi hissederiz ama bunlar bizi farkında
yapan durumlardaki anlardır. Eğer ansızın bir durum, tehlikeli bir durum söz
konusuysa, içinde bir merkez olduğunu hissetmeye başlayacaksın çünkü tehlike
anında farkında olma haline geçersin. Birisi seni öldürmek üzereyken o anda
düşünemezsin; o anda bilinçsiz olamazsın. Tüm enerjin merkezlenir ve o an
katılaşır. Geçmişe gidemezsin, geleceğe gidemezsin; her şey tam o ana dönüşür.
Ve artık sen sadece katilin farkında değil, kendinin, öldürülenin de farkına
varırsın. Bu belli belirsiz anda kendinde bir merkez olduğunu hissetmeye
başlarsın.
Bu
nedenle tehlikeli oyunların cazibesi vardır. Groushankar’ın, yani Everest
Dağı’nın zirvesine giden birine sorun. Hillary ilk kez oradayken ansızın bir
merkez hissetmiş olmalı. Ve ilk kez birisi Ay’a ayak bastığında ani bir merkez
hissi gelmiş olmalı. Bu yüzden tehlike caziptir.
Araba
sürüyorsun ve giderek daha hızlı ve daha hızlı gidiyorsun ve sonra hız
tehlikeli olmaya başlıyor. O zaman düşünemezsin; düşünceler durur. O zaman rüya
göremezsin. O zaman hayal kuramazsın. O zaman şimdiki an katılaşır. Her an
ölümün mümkün olduğu bu tehlike anlarında içindeki bir merkezin ansızın farkına
varırsın. Tehlike sadece tehlike anında bazen merkezinde hissettiğin için
caziptir. Nietzche bir yerlerde savaşlar sürmelidir çünkü yalnızca savaşta
bazen bir öz —bir merkez— hissedilir diyor. Çünkü savaş tehlikedir. Ve ölüm bir
gerçek halini aldı mı, yaşam yoğunlaşır. Ölüm hemen yanı başındayken, yaşam
yoğunlaşır ve sen merkezlenirsin. Kendinin farkında olduğun her an merkezlenme
vardır. Ancak eğer bu koşullara bağlıysa, o zaman koşullar kalktığında yok
olacaktır.
Sadece
koşullara bağlı olmamalıdır, içsel olmak zorundadır. Öyleyse her sıradan
eylemde farkında olmaya çalış. Sandalyende otururken dene; oturanın farkında
ol. Yalnızca sandalyenin değil, yalnızca odanın, çevredeki atmosferin değil,
oturanın farkında ol. Gözlerini kapat ve kendini hisset; derine in ve kendini
hisset.
Eugen
Herrigel bir Zen ustasının yanında öğrenciydi. Üç yıldır okçuluk öğreniyordu.
Usta her zaman “İyi. Ne yapıyorsan hepsi iyi ama yeterli değil” diyordu.
Herrigel’in kendisi de usta bir okçu oldu. Nişan alması yüzde yüz mükemmel hale
geldi ama ustası hâlâ “Çok iyi gidiyorsun ama yeterli değil” diyordu.
“Yüzde
yüz mükemmel hedefi bulmayla!” dedi Herrigel, “Artık ne bekliyorsunuz? Nasıl
daha ileri gidebilirim? Yüzde yüz doğruluk varken daha fazlasını nasıl
bekleyebilirsiniz?”
Zen
ustasının şöyle dediği söylenir: “Ben senin nişanınla ya da okçuluğunla
ilgilenmiyorum. Ben seninle ilgiliyim. Sen mükemmel bir teknisyen oldun. Ama
okun yayı terk ettiğinde sen kendinin farkında değilsin, o yüzden nafile! Ben
okun hedefe ulaşmasıyla ilgilenmiyorum. Ben seninle ilgileniyorum! Yaydaki ok
gerildiğinde, içerde senin bilincinin de gerilmesi lazım. Hedefi kaçırsan dahi
hiç fark etmez ama ruhsal hedef kaçırılmamalıdır ve sen bunu kaçırıyorsun.
Mükemmel bir teknisyen oldun ama bir taklitçisin.” Batılı bir zihne ya da
gerçekte modern bir zihne —ve Batılı zihin modern zihindir— bunu kavramak çok
zor gelir. Saçma görünür. Okçuluk belli bir başarıyla hedefi vurmakla
ilgilidir.
Yavaş,
yavaş Herrigel hayal kırıklığına uğramaya başladı ve bir gün dedi ki: “Ben
gidiyorum. Bana imkânsız gibi geliyor! İmkânsız! Bir şeyi nişan aldığında ve
eğer başarılı bir okçuysan farkındalığın hedefine, nesneye yönelir ve eğer
başarılı bir okçu olacaksan kendini unutmak zorundasın; sadece nişan aldığın
şeyi, hedefini hatırlayıp her şeyi unutmalısın. Sadece hedef orda olmalı.”
Ancak Zen ustası sürekli Herrigel’i içerde başka bir hedef yaratması konusunda
zorluyordu. Bu yayda ikili bir ok olmalı: Dışarıdaki hedefe yönelen ve sürekli
içerdeki hedefe; öze yönelen.
Herrigel,
“Artık ayrılacağım. İmkânsız görünüyor. Koşullarınız gerçekleştirilemez” dedi.
Ve ayrılacağı gün sadece oturuyordu. Ustayla vedalaşmak için gelmişti ve
ustaysa başka bir şeye nişan alıyordu. Başka birisi öğreniyordu ve ilk kez
Herrigel işin içinde değildi. Sadece vedalaşmak için gelmişti ve oturuyordu.
Usta öğretmeyi bitirdiği anda vedalaşacak ve gidecekti.
Ama
o zaman, ansızın ustanın ve ustanın iki oklu bilincinin farkına vardı. Usta
nişan alıyordu. Üç yıl boyunca Herrigel aynı ustayla birlikteydi ama kendi
çabalarıyla daha çok ilgiliydi. Bu adamı hiç görmemişti, ne yapıyordu? İlk defa
gördü ve fark etti; ve aniden, kendiliğinden, çaba sarf etmeden ustanın yanına
geldi, yayı eline aldı, hedefi nişanladı ve oku fırlattı. Ve usta, “Tama! İlk
kez yaptın. Mutluyum” dedi.
Ne
yapmıştı? İlk kez kendi içinde merkezlendi. Hedef oradaydı ama o da oradaydı;
mevcuttu.
Öyleyse
her ne yapıyorsan —her neyse; okçuluğa falan gerek yok—her ne yapıyorsan,
yalnızca oturuyorsan bile, iki oklu ol. Dışarıda olup bitenleri hatırla ve
içerdekinin kim olduğunu da hatırla.
Lin-chi
bir sabah konuşma yapıyordu ve birisi aniden sordu: “Sadece şu soruma cevap
verin: Ben kimim?” Lin-chi aşağı indi ve adama gitti. Tüm salon sessizleşti. Ne
yapacaktı? Çok basit bir soruydu. Oturduğu yerden cevaplayabilirdi. Adama
ulaştı. Tüm salonda çıt yoktu. Lin-chi adamın önünde durup gözlerinin içine
baktı. Çok içe işleyen bir andı. Her şey durdu. Soru sahibi terlemeye başladı.
Lin-chi gözlerini dikmiş onun gözlerine bakıyordu. Ve sonra Lin-chi, “ Bana
sorma. İçeri git ve kimin soruyu sorduğunu bul. Gözlerini kapa. ‘Ben kimim?’
diye sorma. İçeri gir ve kim soruyor, soruyu soran kim bul. Beni unut. Sorunun
kaynağını bul. Derine dal!” dedi.
Ve
adamın gözlerini kapadığı, sessizleştiği ve ansızın aydınlandığı söylenir.
Gözlerini açtı, güldü, Lin-chi’nin ayaklarına dokundu ve dedi ki: Beni
yanıtladınız. Bu soruyu herkese sorup duruyordum ve bana pek çok cevap verildi
ama hiçbiri bir cevap olduğunu kanıtlayamadı. Ama siz beni yanıtladınız.”
“Ben
kimim?” Kim bunu yanıtlayabilir? Ama belli bir durumda —bin kişi sessiz, çıt
bile çıkmayan bir sessizlik— Lin-chi içeri nüfuz eden gözlerle aşağı geliyor ve
adama gözlerini kapamasını söylüyor: “Gözlerini kapa, içeri gir ve soruyu kimin
sorduğunu bul. Yanıtlamamı bekleme. Soruyu kimin sorduğunu bul.” Ve bu adam
gözlerini kapadı. Bu durumda ne oldu? Merkezlendi. Aniden merkezlendi, en
içerdeki özün farkına vardı.
Bu
keşfedilmek zorunda ve farkındalık da bu en içerideki özün keşfedilmesi
yöntemidir. Ne kadar bilinçsizsen, o kadar kendinden uzaktasındır. Ne kadar
bilinçliysen, kendine o kadar çok yaklaşırsın. Bilinçlik tamsa, merkezdesin.
Bilinçlilik azsa, çepere daha yakınsın. Bilinçsizken o zaman merkezin tamamen
unutulduğu çeperdesin. Bunlar iki olası hareket etme yöntemidir.
Çepere
gidebilirsin; o zaman bilinçsizliğe gidersin. Bir filme oturursun, müzik
dinlemek için bir yere oturursun, kendini unutabilirsin; o zaman çeperdesin.
Bhagavad Gita ya da İncil ya da Kuran okurken kendini unutabilirsin; o zaman
çeperdesin.
Ne
yaparsan yap kendini hatırlayabilirsen merkezin yakınındasın. O zaman ansızın
bir gün merkezlenirsin. O zaman enerjin var. Bu enerji ateştir. Tüm yaşam, tüm
varoluş enerjidir, ateştir. Ateş eski ismidir; artık ona elektrik diyorlar. İnsanlar
onu çok, pek çok şekilde etiketlediler ama ateş iyidir. Elektrik biraz ölü
gibi; ateş ise daha canlı geliyor.
Eylemlerinde
dikkatli ol. Bu çok uzun, zor bir yolculuk, tek bir an bile farkında olmak
zordur; zihin sürekli titreşir. Ama imkânsız değildir. Çetindir, zordur ama
imkânsız değildir. Mümkündür; herkes için mümkündür. Yalnızca gayret etmek
gerekir ve bütün kalple gayret etmek. Dışarıda hiçbir şey, içerde hiçbir şey
dokunulmadan kalmamalı. Her şey farkındalık için kurban edilmeli; ancak o zaman
ruhsal ateş keşfedilir. O orada.
Şu
an kadar varolmuş veya varolacak tüm dinleri birleştiren özün ne olduğunu
birisi bulmaya kalkarsa, sadece farkındalık sözcüğü bulunabilir.
İsa
bir öykü anlatır… Bir evin efendisi dışarı çıkmış ve hizmetçilerine sürekli
tetikte olmalarını çünkü her an geri dönebileceğini söylemiş. Bu durumda günde
yirmi dört saat tetikte kalmak zorundadırlar. Herhangi bir an efendi gelebilir,
her an! Belirlenmiş bir an yok, belirlenmiş gün yok, belirlenmiş tarih yok.
Belirlenmiş bir tarih olsa o zaman uyuyabilirsin; o zaman canın ne isterse
yapabilirsin ve sadece belli bir tarihte hazır olursun çünkü efendi geliyor.
Ama efendi, “Her an gelebilirim. Gece ve gündüz beni karşılamaya hazır olmak
zorundasınız” demişti.
Bu
hayatın meselidir. Erteleyemezsin; her an efendi gelebilir. Kişi sürekli
tetikte olmak zorundadır. Bir tarih belirlenmemiştir; bu ani olayın ne zaman
gerçekleşeceği hakkında hiçbir şey bilinmiyor. Kişi sadece bir şey yapabilir:
Tetikte ol ve bekle.
Farkındalık
kişinin kendisini merkezlemesi, ruhsal ateşi elde etmesi için bir tekniktir. O
orada gizli; keşfedilebilir. Ve o bir kez keşfedildiğinde, sadece o zaman
tapınağa girmek için yetkinleşiriz; önce değil, asla değil.
Ama
kendimizi sembollerle kandırabiliriz. Semboller daha derindeki gerçeklikleri
göstermek için var ama biz onları kandırmacalar olarak kullanabiliriz. Tütsü
yakarız, dışsal şeylere tapınırız ve bir şey yapmışız gibi huzur hissederiz.
Dindar hale gelmeden kendimizi dindar hissedebiliriz. Olan şey budur; yeryüzünün
geldiği nokta budur. İnsanlar ruhsal ateşleri olmadan sadece dışsal sembolleri
izliyorlar diye dindar olduklarını düşünüyorlar.
Başarısızlık
abidesi bile olsan çabalamaya devam et. Başlangıçta olacaksın. Tekrar tekrar
başarısız olacaksın ama başarısızlığın dahi yardımcı olacak. Tek bir an dahi
farkında olma konusunda başarısız olduğunda, ilk defa ne kadar bilinçsiz
olduğunu hissedeceksin.
Sokakta
yürü ve bilinçsizleşmeden birkaç adım dahi yürüyemezsin. Tekrar tekrar kendini
unutursun. Bir tabelayı okumaya başlarsın ve o zaman kendini unutursun.
Başarısızlıkların
yardımcı olacak. Onlar sana ne kadar bilinçsiz olduğunu gösterecek. Ve hatta
bilinçsiz olduğunu fark edebilirsen, belli bir farkındalık elde ettin demektir.
Delirmiş birisi deli olduğunun farkına varırsa, akıllı olma yoluna girmiş
demektir.
Osho
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder