Booking.com

Eşi görülmemiş bir dolunay: Karar verme zamanı

31 Temmuz Cuma günü, bu ayın ikinci dolunayı gerçekleşiyor. Hayatta sadece bir kere karşımıza çıkabilecek şansları bize sunacak olan bu dolunayda bir karar vermeniz gerekiyor. Vazgeçmek mi yoksa harekete geçmek mi kararınız?




31 Temmuz 2015'te Kova burcunda Blue Moon (Mavi Ay Dolunayı) gerçekleşecek. Mavi Ay Dolunayı aynı ay içinde gerçekleşen ikinci dolunay için kullanılan özel bir terim. Bu ayın ilk dolunayı 1 Temmuz’da Oğlak burcunda gerçekleşti. Temmuz ayına sıra dışı bir Mavi Ay Dolunayı ile veda ediyoruz.

31 Temmuz 2015'teki dolunayın en önemli özelliklerinden biri 2018’e kadar başka Mavi Ay Dolunayı görmeyecek olmamız. Çoğumuz 2012'den bu yana büyük bir değişim ve gelişim süreci içindeyiz. Bu Mavi Ay Dolunayı, işte bu değişimi artık daha iyi anlamamıza ve kabul etmemize imkan sağlayacak.

Pek çoğumuz günlük yaşamımızda almamız gereken kararları ya da çözmemiz gereken sorunları 'şimdi karar verme zamanı değilmiş gibi' erteleyebiliyoruz; sanki bir başka şansımız daha varmış gibi düşünüyoruz. Şimdi ise ay bizden durmamızı, etrafa bakmamızı ve büyük resmi görmemizi istiyor. Gökyüzü hepimizi yavaşlamaya çağırıyor.

Bu kozmik olay bizden hayatımızın neresinde gerçeği yok saydığımızı ya da hangi durumları ertelediğimizi fark etmemizi bekliyor. Gerçekle hesaplaşmak kolay değil ama bu dolunay bunun için sadece bize cesaret vermiyor aynı zamanda bunu bir zorunluluk haline getiriyor.

Bu dolunay hayatta sadece bir kez karşılaşabileceğimiz büyük bir şansı işaret ediyor. Büyük bir şeylerin eşiğinde olduğumuz kesin: Ya daha önce aldığımız kararlar gibi bir seçim yapacağız ya da yeni olasılıklarla dolu yepyeni bir karar vereceğiz.

Dolunay, kalplerimizin derinliklerine çökmüş bir ışık gibi parlayacak.
Aşk gezegeni Venüs, bir hafta önce retroya girdiği için bu dolunay romantik ilişkileri de doğrudan etkileyecek. Bu, daha önce hissettiğiniz bir sevgi biçimi değil, sadece Mavi Ay Dolunayı'yla gelen sıra dışı bir aşk. Eğer ruh eşimizi ya da ruh ikizimizi henüz bulamadıysak bu dolunayda onun kim olduğunu tüm kalbimizde hissedeceğiz.

Bazen hayatımızın en mükemmel yanları aynı zamanda en korkunç yönü de olabilir. Hayatımızda istediğimiz güzel şeylere bir anda ulaşamayabiliriz. Karşımıza çıkan gelişmelerden korkmazsak, bunların hayatımızı iyiye doğru dönüştüreceğini fark ederiz. Bu Mavi Ay Dolunayı'ndaki fırsatın, hayatımızda bir kere karşılaşabileceğimiz türden bir fırsat olduğunu unutmayın.

Mükemmel şeyler mevcut düzende devam ederken karşımıza çıkmaz. Yani Şems-i Tebrizi'nin söylediği gibi "Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme; nereden bilebilirsin hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?"

Bu karşımıza çıkanlardan neyin doğru olduğunu anlamamız için gözlerimizi açmamız ve bazı şansların her gün karşımıza çıkmayacağını anlamamız için büyük bir fırsat.

Bazı anlarda "şimdi ya da asla" der insan. İşte bu Mavi Ay Dolunayı bizi tam da böyle bir seçim yapmaya zorluyor. Bu dolunay, hayatta en çok neyi kaybetmekten korktuğumuzu bize gösterecek ve ihtiyaç duyduğumuz büyük adımları şimdi atmamız için bizi zorlayacak.

Kaybetmekten korktuğumuz, bizim için anlamı olan insanların, bizi asla bırakmayacaklarını biliriz. Ama bazen insanlar yanlış kararlar verebilir. Tercihlerimizi yaparken kalbimizi dinlemek yerine neyin doğru olduğunu düşünürüz ya da korkularımızın bizi etkilemesine izin veririz. Görünen o ki çoğumuz geçtiğimiz birkaç yıl boyunca böyle birçok yanlış karar verdik. Oldukça zor ve acı verici zamanlar geçirdik. Elbette bunlar gerekli ve aslında ilahi planın bir parçasıydılar. Çünkü bazen neyin doğru olduğunu görebilmek için yanlış olanı denememiz gerekir.

Bu mükemmel Mavi Ay Dolunayı bize her alanda meydan okuyacak. Bu dolunay sürecinde huzursuz hissetmemiz ya da gergin olmamız da mümkün. Nabzımız daha hızlı atabilir ve uykuya dalmakta zorlanabiliriz.

Büyük bir şeyler başlamak üzere
Ruhlarımız büyük bir şeylerin başlamak üzere olduğunu hissediyor olabilir ancak bu değişimi başlatmanın bizim elimizde olduğunu da unutmayın.

Büyük bir çarpışmanın eşiğindeyiz. Gelecek haftalar boyunca mevcut durumunuzda büyük değişiklikler yaşanabilir. Kendimizi, sadece birkaç hafta önce 'asla yapmam' dediğimiz şeyleri yaparken bulabiliriz. Kova burcundaki bu Dolunay, içimizde bir ışık yakacak ve uzun zamandır sahip olduğumuz sınırlarımızdan kurtulmamız için gerekli cesareti verecek.

Uzun süredir istediğimiz şeyleri inkar edebiliriz. Tüm bu değişim şansı bize sunulmaya başlandığında endişelenebiliriz. Ama unutmayın, evren bize asla hazır olmadığımız bir şeyi sunmaz.

Geçtiğimiz yıl gerçekleşen her olay bu Dolunay'da yerini bulacak. Bu Mavi Ay Dolunayı, sonsuz ihtimallerin, artan arzuların ve daha önce hiç aklımıza gelmeyen şekilde kendimizi ifade etmemizin zamanı.

Geçmiş birkaç yılda hayatımıza girenlerin ve çıkanların bir önemi yok. Bazen bize hep istediğimiz şeye sahip olmak için şans verilir. Sadece tercihimizi yapmak zorundayız; şimdi harekete geçecek miyiz yoksa vaz mı geçiyoruz?

Çünkü bazı şanslar sadece Mavi Ay Dolunayı ile birlikte gelir.

Kaynak:elephantjournal.com 

Siz hiç duvara tosladınız mı?


Aylar önceydi, duvara toslamıştım. Dibe vurduğum andı. Böyle şeyler şişenin dibini bulma misali alkoliklere olur sanırdım. Hem fiziki anlamda, hem de ruhani olarak çöktüğümü hissettim. Oysa ki ben hep kendime güvenmişimdir. Bu hale düşeceğimi hiç hesaba katmamıştım. Hayatın insana ders vermesi böyle bir şey olmalı. Karma bir köşede sıkıştırmış seni, yüzüne pis pis sırıtıp ‘nasıl yakaladım ama?’ diyor.
Üç yıl önce işimi gücümü yapıyordum her zamanki gibi. Biraz yorgun hissetsem de pek önemsemedim. Çok çalışıyorum ondandır dedim.
Kendime hep, daha çok yürüyüş yapmalıyım, daha iyi beslenmeliyim, bilgisayarın önünde daha az oturmalıyım gibi şeyler diyordum.
Sonra geçmek bilmeyen inatçı bir ağrı başladı karnımın sol tarafında. Bir kaç ağrı kesici alsam da geçmedi bir türlü. Masaj yaptım, bitki çayları içtim, diet yaptım hiç bir fayda etmedi. Sonunda pes edip doktora gittim. Bir kaç test sonrası bana serviks kanseri olduğumu söylediler.
Bu haberden sonra hayatım dramatik bir biçimde değişti. 35 radyo terapi ve 6 kemo kürü aldım. Zordu ama atlattım sonunda. Kemo sırasında söz vermiştim kendime, bundan sonra hayallerimi ertelemeyecektim. Ne planladıysam hemen uygulayacaktım. Kemo terapiyi bitirir bitirmez bilet aldım. İki ay sonra Alaska’ya gemi turuna gittim. Harika geçti.
Döndüğümde petscan sonucu temiz çıktı, kanseri yenmiştim. Bu habere çok sevindim tabii ki.
Mutluydum, işime geri dönüp çalıştım yine. Yeni seyahat planları yaptım. Kendimi yorgun hissetsem de bir aylık bir tura çıktım. Bu kez Hollanda, Yunanistan ve Türkiye’ye gittim. Ancak umduğum gibi geçmedi. Tüm yolculuk boyunca ishaldim. Sorun bana Amsterdam’daki genel tuvaletleri, hepsini biliyorum, o derece berbattı diyebilirim.
Yolculuğun sonunda Istanbul’dan Amsterdam’a uçarken tekerlekli iskemlede oturmak zorunda kaldım, zira yürüyecek halim kalmamıştı. Bir şeylerin ters gittiği barizdi. Portland’a vardığımda kilo vermiş, yorgun, karnımda giderek artan bir ağrı vardı.
Hangi doktorun beni görmesi gerek konusunda fikir tartışmaları sırasında ağrı derecem 9’u bulmuştu. Şimdiden yazayım 10 üzerinden 9 dayanılacak bir ağrı değil. Hastaneye yatırdılar. Üç gün boyunca verilen morfin beni serseme çevirmişti. O günler kafamda silik birer hatıra kaldı. Bu arada 3 günlük hastane faturası da $17.000 olarak bütçede ciddi bir delik açtı. Lüks otel gibi, ama yatak berbat, resmen belim ağrıdı o yatakta yatmaktan, hiç tavsiye etmem.
Yapılan biopsi sonucu kanserin geri geldiğini ögrendim.
Çinli doktorum hastane odama geldi.
Yari uykulu, karanlıkta serumun bağlı olduğu makinenin hafif uğultusunu dinliyordum. Sesizce gelip yatağımın yanındaki sandalyeye ilişti. Yatakta doğrulmaya çalıştım onu görebilmek için. Işığı açmasını söyledim, istemedi.
Gecenin bir vakti gelip beni görmesine şaşırmıştım doğrusu.
Hastane otoparkının ışıkları odaya süzülüyordu. Üzgün bir ses tonuyla kanserin tedavisi olmayan bir aşamayla geri geldigini söyledi. Doktor geldiği gibi sessizce gitti.
Galiba üzgündü, yüzünü göremesem de öyle hissettim.
Sanırım o an dibe vurduğum andı.
Morfinle ağrımı kontrol altına almaya çalışırlarken bir cerrah gelip acilen colostomy yapılması gerektiğini söyledi. Israrla bana bir kez bile kabız olursam öleceğimi söylediler. Bedenimin kemo terapiyi colostomy ve stent olmadan kaldıramıyacağını anlattılar.
Üçüncü günün sabahı sürekli verilen morfinden dolayı kafam kazan gibi uyandığımda, tepemden sarkan serumun üzerindeki küçücük nazar boncuğunu gördüm. Rob’a ‘bak birisi nazar boncuğu yapıştırmış buraya benim için’ dedim.
Bana olan sevgisini minicik bir nazar boncuğuyla anlatan eşim aslında benim daha çok yaşayacak günlerim olduğuna inanıyordu.
O an bir şeyler yapmam gerektiğini anladım. Yapacaksam, yaşayacaksam, bu benim çabamla olacaktı.
Ve o an aslında ne kadar da öfkeli olduğumu fark ettim.
Amerika’daki tıbbi sektöre ciddi gıcıktım artık. Tedaviden anladıkları hastaya yığınla ilaç vermekti. Kendini beğenmiş, hastasını dinlemeyen doktorlar, işini bilmeyen hastane çalışanlarından, habire ilaç tüketmeyi iyi bir şeymiş gibi sunan ilaç firmalarına tepem atıktı. Bedenim hakındaki tüm kararları ben verecektim bundan sonra.
Hastanedeki cerraha kolosnoskopi operasyonu yaptırmayacağımı belirtip bir yığın kağıt imzalayıp ayrıldım ordan.
Ağrım katlanılabilir düzeye inmişti. Doktorların tüm itirazlarına rağmen kolosnoskopi (yani bildigin bok torbası takılma işlemi) yaptırmadan hastaneden çıktım. Yorgun bedenimi evime taşıdım.
Kafamdaki tüm kötü düşünceleri kovdum, negatif konuşan insanlardan da uzak durmaya karar verdim.
İlaç sektörününde canı cehenneme deyip bana iyi gelebilecek ne varsa hepsini araştırdım. Beni en çok dehşete düşüren de doktorların çoğunun beslenmeden zerre anlamadıklarıydı.
Kendimi sıkı bir diyete soktum. Şekeri hayatımdan çıkardım. Beni kemo terapi sırasında güçlü kılacak bütün vitaminlerin listesini çıkarıp onları aldım teker teker her sabah, büyük bir dikkatle.
Dokuz ay önce bana kemo terapi alsam bile bir sene içerisinde öleceğimi söyleyen sevimsiz onkololog hatuna inatla onun istatistiklerini bozmaya karar verdim. Bu istatistiklerin doğru olduğunu düşünsen bile bu bilgiyi hastanın gözüne sokmanın ne yararı var doktor hanım? Bu ettiğiniz yeminle uyuşuyor mu acaba? Hani hastaya zarar vermeyecektiniz? Bir insanin yaşam şevkini kırmak etik olarak doğru mu? Bunu yapmaya ne hakkınız var? Belli ki bu soruları kendinize sorma zahmetine girmediniz. O halde siz ve sizin gibi davranan negatif insanları benim de hayatımdan çıkarmama şaşmayın emi.
Bir yandan sağlıklı beslenip her gün bisiklet sürerken 6 kür daha kemo aldım. Kemo terapi sırasında hiç bir yan etki yaşamadım. Pek çok kişi bu dönemde çok fazla kilo verirken, ben kilo bile aldım , yaptığım protein ağırlıklı diet sayesinde.
Bu arada Amerikalı onkoloğum bana asla umit vermedi. Ne olur ne olmaz diye. Onu her gördüğümde bana olabilecek her tür berbat yan etkiyi sorup durdu. Ben de inatla ona hiç bir etki olmadığını belirttim. Çok kararlıydım hiç bir etkiye izin vermeyecektim bedenimde. Pozitif düşünmenin bir gücü varsa, şimdi uygulamaya koymanın tam sırasıydı.
Sonuçta işe yaradı, kemoyu hiç yan etkisiz tamamladım.
Sonra da 3500km’lik bir yolculuğa çıktım. Arizona, Utah ve Nevada çöllerinde gezdim, kayalara tırmandım. Yeniden yaşadığımı hissettim.
Şimdilerde yine çalışıyorum. Geceleri halen bisiklet sürüyorum, gündüzleri Portland sokaklarında geziyorum. Kendimi iyi hissediyorum. Hayatım boyunca verdiğim en iyi karardı: ‘boşver gitsin’ ya da anamın tabiriyle ‘koy götüne rahvan gitsin’ demek .
İstatiki bilginin dışında kalmaya kararlıyım. Doktorlar buradan size de bir tavsiye vermek isterim.
Hiç bir hastanın durumu ne kadar kötü olursa olsun moralini bozmaya hakkınız yok. Bir hastaya ‘şu kadar ömrünüz kaldı’ demek, onu yaşarken kendi elinizle mezara tıkmaya çalışmaktır. Unutmayın ki herkes bir gün ölür, buna siz de dahilsiniz. Birinin nasıl yaşayacağına ya da öleceğine karar verecek olan kişi siz değilsiniz. Bırakın hasta kendi hayatı hakkındaki kararı kendisi versin.
Referanslar:
https://www.facebook.com/cervicalcancerinfo
http://www.nurweb.biz/cancer/

Mucize gibi, bunu dener misiniz?

Bu görüntüdeki hayalet mi?

Evdeki malzemelerin mucizevi yönü...

Sivrisineklerden korunmak için, limon ve karanfil ikilisini kullanabilirsiniz.



Özellikle ortadan ikiye bölünen limonun içine yerleştireceğiniz 7-8 karanfil, sivrisinekleri uzaklaştırmaya birebir.

Castanedavari Uygulamalar - Victor Sanchez

Doğayı sessizce gözlemlemek ve yaşayan Tolteklerin sözsüz Bilgisi, öz­gürlük yolunda ustanın fantezilerinde takılmamak konusunu oldukça açık ortaya koymuştu. Castaneda’nın kendisi de bu konuda çok açıktı. Don Juan Matus’un şu düstûrundan hareket ile, bir nagual aramak yerine kendi enerjim ile ilgilendim: “Bir savaşçı, kendi kişisel gücüne güvendi­ğinde, yenilmezdir ve bu gücün küçük veya muhteşem oluşunun bir önemi yoktur.” Tek başıma garip, donjuanvari teknikler uygulamaya başladım ve bunlar daha önce bildiklerime eklendi. Uzun ve tekrarlı dik­kat yürüyüşleri yaptım, kendimi gömdüm, bir ağaca asılarak geceler geçirdim, duygusal yaralarımı iyileştirdim kendime ait alışkanlık kalıplarım kırdım, enerji kayıtları tuttum. Görebilene kadar, ki­şisel geçmişimi silmek için yöntemler araştırdım. “Carlos Castaneda’nın eserlerini yaşayarak uygulamak” olarak adlandırdığım birçok uzun deneyimlerim oldu. Sonuçlar sarsıcıydı: Teknikler işe yarıyordu ve alışıl­madık bir farkındalığı, diğer benliğin farkındalığını ortaya çıkarmıştı ve bu her birimizin içinde var olan sayısız gizli kaynağa işaret ediyordu. Enerjimizin, sıradan olandan çok farklı bir kullanımını ve algılanışını or­taya koyuyordu.

Castaneda uygulamaları bana, okuyucularının daha çok dikkatini çeken “ender olaylar”ın (dostlar ile, ağaçlar ile veya Toprak ile konuşmak ya da onları dinlemek, uçmak duygusu, bir kurt gibi algılamak, karanlıkta koş­mak, rüya bedenini farketmek vs.) yanı sıra, bunlardan çok daha önemli bir şey kazandırdı. Don Juan’ın haklı olduğunu gördüm: Algıladığımız dünya, örneğin benliğimiz (kendi egomuz) bir tanımdan başka bir şey değildir—sadece biz onun gerçek olduğunda ısrarcı davrandığımız için gerçekmiş gibi görünen bir fantezidir. Dünyayı durdurmak, benliği durdurmak, olağanüstü görsel oyunların çok ötesinde bir şeydir. Bu, farklı dünyaları, farklı varoluş biçimlerini algılamak ve deneyimlemek ihtimâ­linden eksik veya fazla bir şey değildir. Daha farklı ve daha iyi algıla­mak... Her gün tekrar oluşturduğumuz dünyayı çelişkili bir şekilde tanımlamağı bırakırsak, bunu özgürlüğe giden hakiki yol olduğunu ve bizim yaşanılacak daha iyi dünyalar oluşturuşumuza yol açtığını görürüz. Kendimizi, yine kendimize verdiğimiz önemle, şikâyetlerle, asabiyetle ve bayağılıkla tanımlamayı bırakmak, içinde bulunacağımız farklı koşul­larda nasıl olacağımızı seçmek özgürlüğüne giden somut yoldur. Sadece tek bir varoluş şeklinin kölesi olmağı bırakırız. Kişisel tarihimizin belirlediği köleliğe veda ederiz. Kişisel imgemizi belirleyen suni ve dar sınırlaarı aşarız. Tek taraflı olmaya ve yaşamaya veda ederiz.

Castaneda tekniklerini uygulamak sayesinde kısaca, özgür olduğumuzu keşfettim. Nasıl olmak ve nasıl yaşamak istediğimizi biz seçebiliriz.


Victor Sanchez

FREKANSINIZI YÜKSELTEBİLMENİZ İÇİN OLUMLAMALAR

BEN MUTLU OLMAYI SEÇİYORUM

BEN HUZURLU OLMAYI SEÇİYORUM

BEN SAĞLIKLI OLMAYI SEÇİYORUM

DOĞDUĞUM GÜNDEN BUGÜNE BENİ ÜZEN, BENİ KIRAN, HAKKIMI YİYEN,

CANIMI YAKAN, HERKESİ SEVGİYLE KABULLENİYORUM VE AFFEDİYORUM

KENDİMİ OLDUĞUM GİBİ KABULLENİYORUM VE AFFEDİYORUM

KENDİMİ SEVMEYİ SEÇİYORUM

KENDİME DEĞER VERMEYİ SEÇİYORUM

BEN DEĞERLİ BİR İNSANIM

BOLLUK VE BEREKETİ HAK EDİYORUM

MUTLU OLMAYI HAK EDİYORUM

HUZURLU OLMAYI HAK EDİYORUM

HER ZAMAN ŞANSLI BİR İNSANIM

HER TÜRLÜ HELAL KAYNAKTAN BANA GELEN BOLLUK VE BEREKETİ SEVGİYLE

KABUL EDİYORUM

MUCİZELERİN VARLIĞINA İNANIYORUM VE MUCİZELERİ HAYATIMA SEVGİYLE

ÇAĞIRIYORUM 

BU HAYATIN İÇİNDEKİ GÜZELLİKLERİ, YARATILMIŞ HER ZERREDE YARADANIN

VARLIĞINI GÖRMEYE VE HİSSETMEYE NİYET EDİYORUM


ŞÜKÜRLER OLSUN - HAMD OLSUN

Taşların Şifası

252713_139348679558463_1284138963_n[1]
Elmas: Eski çağlardan günümüze taşların en değerlisi sayılan elmasın, kadınla erkek arasındaki aşkı güçlendirdiğine inanıldığından nişan yüzüklerinde tercih edilir. Saflık, sevgi ve neşe getirdiği söylenen elmas, cesareti ve aşkı sembolize eder. Elmas, sizi ruhsal ve ahlaksal inançlara göre yaşamınız için yüreklendirerek, kendinize ve başkalarına karşı dürüst olmaya davet eder.



Safir: Gök yakut diye bilinen safir, Latince mavi anlamına gelen sapphirus kelimesinden gelir. Mavi, pembe, turuncu, sarı, yeşil, mor ve siyah renklerde ya da şeffaf olabilir. Tarih boyunca kralların ve hükümdarların kötülük, ihanet ve büyülerden korunmak için taktıkları kutsal bir taştır. Aynı zamanda çeşitli hastalıklara iyi geldiği söylenmektedir. Şeffaf safir size güveni, sevgiyi ve ışığı yoğun olarak hissettirir. Mavi safir, duygusal travmaların yarattığı duygu yüklerinden kurtararak özgürlük hissi verir.
Yakut: Mutsuzluk, kıymetsizlik, kavga, düşman, saldırı, vakitsiz ölümler ve akıl hastalıklarına karşı koruyucu özelliği olduğuna inanılır. Yakut, Hindistan’da taşların efendisi olarak anılır. Saflaşmaya ve değişime götüren yaşamsal ve sıcak yaratıcı enerji
verir.
Zümrüt: Yeşil renginden dolayı bereket, doğurganlık ve yağmur simgesi olarak bilinir. Düş gücünü geliştirdiğine, belleği güçlendirdiğine inanılır. Kadında ve erkekte üretkenliği artırır.
Göz ağrıları, iltihap ve kırıklığı giderir.
Ametist: Strese, migrene, iştahsızlık, göz ağrısı, akciğer rahatsızlıklarına iyi gelir. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Kuvars kristalinin arındırılmasında kullanılır. Pozitif enerji yüklü bir kristaldir. Taşıyan kişiye de bu yükü aktarır. Beyin gücünü yükseltir. Kan temizleyicidir. Negatif enerjilerimizi boşaltarak huzurlu ve zinde olmamızı sağlar. Pembe kuvarsla birlikte kullanıldığında aklı güçlendirir. Alkoliklere iyi gelir ve kalbi korur.
Akik: Uğur ve bereket taşıdır. Kan dolaşımını kolaylaştırır. Erkeklerde, erkeklik bezini, kadınlarda yumurtalıkları korur. Cinsel organları aktivite eder. Sağlık ve uzun ömür simgesidir Turuncu akik kendinizi sıkıntılı ve ümitsiz hissettiğiniz zamanlarda olayların
iyi yönlerini görmenize yardım eder. Sebepsiz sıkıntıyı alır. Sarı akikle yaşamdan zevk alırsınız. Ateş akiği yaşadığınız ana yoğunlaşma isteğinizi güçlendirir. Ciddiyet, dayanıklılık ve sükunet sağlar. Olumsuz duyguları çözüp iç benliği korur. Kendinize güven duymanızı sağlar.
Akuamarin: Beden ve zihin ilişkisini kuvvetlendirir. Duyarlılık sezgisini artırır. Aile saadetini güçlendiren taş denir. Denizcilerin uğur ve nazar taşıdır. Güven, denge ve ahenk
sembolüdür. Solunum problemleriyle savaşır. Hafızayı güçlendirir. Strese karşı koruyucudur.
Agat: Konuşma yeteneğini güçlendirir. Dikkatsizlikten, sosyal olamamaktan korur. Uzun ömür ve mutluluk simgesidir. Günlük stresleri atar. Vücutta tansiyon dengeleyicidir. Üriner sistemin sağlıklı kalmasına yardımcı olur. Aklı ve vücudu güçlendirir, kişiyi cesaretlendirir.
Aytaşı: Günlük yaşantınızdaki dengeyi oluşturmanızı sağlar ve duygusal dengenizde uyum sağlayıcı etki yaratır. Fiziksel olarak tıkanmış lenf bezlerini temizler. Kadınlarda hormon seviyesini dengeler.
Amber (Kehribar): Guatr, astım, bronşit ve allerjiye karşı iyidir. Tılsım olarak, hem kör talihe karşı korunma hem de talihi kendine çekme için kullanılmıştır. Sindirim sistemi, iç salgı bezlerini dengeler ve karaciğeri temizleyerek güçlendirir. Yaydığı sıcaklık,
enfeksiyonu önlediği ve soğuk algınlığı tedavisinde rol oynadığı için genelde boyun çevresine takılır. Boğaz ve tiroid enfeksiyonlarını diğer tüm taşlardan daha iyi tedavi ettiği
düşünülmektedir.
Aventurin: Zihinsel karmaşayı ve stresi azaltır. Neşe taşı da denir. Sakinlik ve yaşama sevinci sunar.
Amazonit: Beden dışı deneyimlere duyulan korkuyu yatıştırır. Enerjisi ölümcül derecede hasta olanlara iyi gelir.
Firuze (Turkuaz): Panzehir özelliği vardır, talih taşı olarak bilinir. Hissettirdiği iç bağlantılar sayesinde şifa etkisi gösterir. Nazara karşı iyi gelir. Bilinci genişletir ve kaygıyı teskin eder. Tansiyonu düzenler, kalp hastalarına iyi gelir. Kadınlık özelliklerini artırır. Konuşma ve yazma yoluyla yaratıcı ifadeyi artırır.
Hematit (Demir): Kan dolaşımı düzeninin sağlıklı olmasına yardımcıdır. Bu özelliğinden dolayı romatizmaya iyi gelir. Enerji kaynağıdır, solunum yolları üzerinde olumlu etkileri vardır.
İnci: İnci size güç, huzur ve çalışma azmi verir. Duygusal korunma amacıyla da kullanılır.
Jasper: Sindirim sistemine iyi gelir. Endokrin sistemine denge getirir. Karaciğer ve safra kesesini, dalak ve mesaneyi kuvvetlendirir. Fiziksel direnci artırır.
Kaplan Gözü: Sahiplenme arzusunu güçlendirir, insanların kendisini işine vermesini sağlar. İç ve dış görüşü artırır. Zihni keskinleştirir. Sinirsel spazmları ve baş ağrılarını hafifletir. Sindirim bozukluklarına, algılama eksikliğine ve korkuya karşı koruyudur. Negatif enerjiden korur.
Kuvars kristali: Vücuttaki fazla elektriği alır, eksikliği tamamlar. Tansiyonu düzenler, meditasyonda kullanılır. Cep telefonu taşıyan kimselerin yanında mutlaka kristal bulundurması gerekir. Çünkü kristal radyasyonu toplar. Kristaller almış olduğu radyasyonu 15 günde bir yıkamak suretiyle atarlar.
Rutılat kuvarsı: Depresyonu azaltır, enerji kaynağıdır. Sıkıntılı geçen bir günün getirdiği olumsuz duygu ve düşünceleri çözerek uzaklaştırır.
Kalsedon (Mavi Akik): Düşünce yeteneğini kuvvetlendirir, iyi konuşmayı sağlar.
Krizopras: Sinirsel gerilimleri yok eder. Fiziksel, zihinsel, heyecan durumlarında sakinlik verir. Seksüel ve depresif durumları rahatlatıcı özelliği vardır.
Lal: Tehlikeyi haber veren taş olarak geçer. Bilinmeyene gözlerinizi açar ve gayipten bilgi almayı destekler. Fiziksel olarak da cinsel organların iyileşmesine yardımcı olur, kan dolaşımını canlandırır.
Lapis Lazuli (Lacivert Taşı): Ruh ve beden arasındaki dengeyi sağlar. Ayrıca zihinsel berraklığı ve derin düşünmeye yardımcı olur. Hazmı kolaylaştırır.
Malahit (Bakır Taşı): Fiziksel ağrıları azaltıcı ve radyasyondan koruyucudur. Uyumayı kolaylaştırır. Zihni ve vücudu canlandırır. Her kademede dengeleyici rol oynar. Sol elde oynanırsa vücuttaki statik elektriğin fazlasını alır.
Mercan: Solunum açıcı etkisi vardır. Kişide cazibeyi artırır. Zor işlerin akışını kolaylaştırır. Çoğaltıcı etkisi vardır, bereket simgesidir.
Obsidiyen: Negatif enerji emicidir. Stresi azaltır, terapi yönü çoktur. Bilinçaltındaki blokajları temizler.
Opal: Eklem iltihabına iyi gelir. İnsancıl duyguları güçlendirir. Ruh temizliğini korur, umudu güçlendirir. Yüksek başarı taşıdır.
Prit: İrade gücünü artırır. Diğer insanlarla armoni halinde çalışmayı gerçekleştirir. Enerji oluşturur.
Rodonit: Vücudun sağlıklı gelişmesine yardım eder. Kan dolaşımın dengeler. Psikolojik olumsuzluklardan kurtarıcı ve cesaret artırıcıdır.
Topaz: Duygusal yükleri ve kötümser düşünceleri ortadan kaldırır. Endişe ve depresyonun üstesinden gelmede yardımcı olur. Tüm bedeni güçlendirir, destekler, zihinsel ve fiziksel sindirime yardım eder.
Yeşim (Jade): Böbrek rahatsızlarından kaynaklanan ateşi düşürür. Akıl sağlığına, göz bozukluğuna ve doğum sancılarına karşı koruma sağlar.
Kırmızı Yeşim Taşı: Kanı güçlendirir, canlılık, güç ve sabır verir. Bedeni temizler.
Zebercet (Peridot): Aygıtların kaydedemediği kalp çarpıntılarına ve sebebi bilinmeyen korkulara iyi gelir. Renginden dolayı bereket, doğurur içinizde sevinç duygusu uyandırır.
kaynak : hürriyet

Rezonans Kanunu – İsteklerin Yönetimi – Pierre Franckh

“Eğer şu ana kadar isteklerimiz gerçekleşmediyse, en şiddetli arzularımıza ulaşamadıysa; eğer hayatımıza hiç istemediğimiz şeyler girdiyse, eğer mutsuzsak veya yenilgiye uğradıysak, bütün bunların sebebini Rezonans Kanununda bulabiliriz. “
Pierre Franckh, bu kitabında Rezonans Kanununu kavrayıp onu nasıl kullanacağımızı anlamaya başladığımız anda, hayatımızdaki her şeyin mümkün olabileceğini anlatıyor. Yazar, hayatımızı kalbimizle değiştirebileceğimizin de altını çiziyor.
Düşünce gücümüzle maddeye etki edebilir miyiz?
Kim olmayı istiyorsun?
İsteklerimizi hangi yolla yayıyoruz?
ideal partneri yaşamımıza çekmemizi sağlayan en uygun rezonans alanını nasıl oluştururuz?
Rezonans alanın yazılı ve görsel izlenimlere nasıl tepki verir?
Eğer istediğimiz sonuçları elde etmeye çalışıyorsak; düşüncelerimizi, duygularımızı ve inançlarımızı gözlemleyerek yönlendirmeye başlamalıyız. Çünkü hissettiğimiz ya da düşündüğümüz her şey, bir rezonans alanı oluşturur ve biz isteklerimizi yönetebiliriz.
İmkansız, sadece bizim imkansız olduğunu düşündüğümüz şeydir.
Belki de şu anda imkansız olduğunu düşündüğün şey, işte bu sınırsız olanakların imkansız olmadığı fikridir. Öyleyse bu senin şahsi kanaatindir. Bunun doğru ya da yanlış; iyi ya da kötü bir tarafı yok. Bu senin, kendi kanaatindir ve yaşamın da bu doğrultu da ilerleyip gelişecektir.
Ama ya hayat görüşün ve inandıkların yanlış bilgi ve olgulara dayanıyorsa?
En yeni bilimsel araştırmalar, duygu, düşünce ve inançlarımız sayesinde olduğumuzu, hiçbir şüpheye yer bırakmazsızın ispatlıyor. Zira duygularımızla desteklenmiş ve kaydedilmiş inançlarımız muazzam bir rezonans alanı oluşturuyor. Ve bu rezonans alanındaki titreşimlerle uyum içinde olan her şey, evet dünya üzerindeki her şey, bu titreşime ayak uydurmak durumunda kalıyor.
Demek ki asıl soru şu: Sen şu anda hangi rezonans alanını oluşturuyorsun? Ve bu soruyla kendimizi konunun tam ortasında buluyoruz.
Rezonans Nedir?
Resonantia = Akis
Rezonans = Eko, yankı, titreşim
Rezonans Kanunu, evrendeki her şeyin birbirleriyle titreşimler aracılığı ile nasıl iletişim halinde olduğunu anlamamızı sağlar. Vücudumuzun her bir organı ve hücresi de dahil olmak üzere dünyadaki bütün nesnelerin ve canlıların kendilerine has bir titreşimleri vardır. Bu, madde içinde böyledir. Maddenin titreşim enerjisini incelediğimizde farklı objelerin genellikle farklı frekanslarda titreştiğini görürüz. Bazıları da aynı ya da benzer frekansta titreşir.
Bunu piyanodan da biliriz; piyanonun herhangi bir tuşuna bastığımız zaman, bu tuşla uyumlu olan diğer bütün teller de titremeye başlar. Notaların daha pes ya da tiz olması, hiç önemli değildir. Uygun frekansta olmaları onların titreşime geçmeleri için yeterlidir.
Diğer insanlar, nesneler veya olaylar, eğer bizimle aynı frekansta iseler, içimizde oluşturduğumuz titreşim alanına karşı koyamazlar. Bizim titreşimlerimize tepkisiz kalmaları mümkün değildir. Nasıl ki piyanonun basılan tuşuyla aynı frekanstaki diğer teller bu tuşun hareket ile titreşmek durumunda kalıyor ise, bizimle aynı frekanstaki insanların, nesnelerin ve olayların da bizim titreşimlerimize katılmaktan başka seçeneği yoktur.
Peki ama diğer varlıkların bizim enerjimizle titreşime geçmesi bize ne yarar sağlar? Burada, Rezonans Kanununun şu temel kuralı devreye giriyor: BENZERLER BİRBİRİNİ ÇEKERLER.
Bizim titreşimlerimizle uyumlu olan her şey, karşı koymaksızın bizim hayatımıza çekilecektir. Bu, bizim için her zaman olumlu bir şey anlamına gelmez. Mesela titreşim bazen maddeyi tahrip edecek kadar kuvvetli olabilir. Bir opera sanatçısı sadece sesinin gücü ile bir bardağı çatlatabilir. Burada yaptığı şey enerjiyi boşluktan bardağa iletmektir. Eğer bardağa iletilen enerji bardakla aynı titreşime sahipse, yani bardağın moleküler yapısı ile aynı frekanstaysa, basınç bardağı çatlatacak kadar büyük olabilir.
Biz bir bardak gibi çatlamayız tabii ki. Ama içimizdeki “negatif titreşim enerjisi” olarak adlandırdığımız şey; bizde hoşlanmadığımız, huzursuzluk verici hislerin uyanmasına, hatta belki sarsıcı olayların yaşamımıza çekilmesine sebep olabilir.
İşte bu yüzden, nasıl bir titreşim içinde olduğumuzun, bilerek veya bilmeyerek hangi rezonans alanını oluşturduğumuzun farkına varmak, bizim için çok mühimdir.
İsteklerimizi Hangi Yolla Yayıyoruz?
“Ön yargıları yıkma, atomu parçalamaktan daha zordur” Albert Einstein
Kalp, ezelden beri sevginin en kuvvetli sembolü ve duygularımızın merkezi olarak kabul edilirdi. Ama sonra tıp ve modern bilim ortaya çıktı ve bize, kalbin sadece vücudumuzda kanın dolaşımını sağlayan bir pompa olduğunu yutturmaya çalıştı. Biz “normal insanlar” ise, elimizde halihazırda bunun aksini kanıtlayacak herhangi bir delilimiz olmamasına rağmen, kalbimizin duygularımızın merkezi olduğu inancımızı asla kaybetmedik. 1993 yılında duyguların insan vücudu üzerindeki hakimiyeti hakkında bir araştırma yapılmak istenmiş ve bunun için duygularımızın oluşumundan sorumlu olduğu düşünülen bölgeye, yani kalbimize odaklanılmış. Oldukça çabuk, daha araştırmaların başında herkesi hayrete düşüren bir şey tespit edildi ve bu buluşun neden daha önce yapılmadığının şaşkınlığı yaşandı. Bu nefes kesici buluş; kalbin muazzam büyük bir enerji alanıyla çevrili oluşuydu. Burada bahsedilen alanının çapı yaklaşık iki buçuk metredir.
Bir düşünün, kalbimiz beynimizin oluşturduğundan çok daha büyük bir enerji alanı oluşturuyor. Bilim şimdiye kadar beynin, sahip olduğu elektromanyetik nabızlarla en büyük yayın alanına sahip olduğunu varsayıyordu. Ama şimdi bundan çok daha büyük bir enerji alanı bulundu, insan vücudundan dışarı uzanacak kadar kuvvetli bir enerji. Böylece ilk şaşkınlık atılmasıyla birlikte, akıllara kalbimizin etrafındaki bu enerji alanın nasıl bir görevi olduğu sorusu geldi. Geldiğimiz noktada ulaştığımız bilgiler şaşırtıcı olduğu kadar önemlidir de.
Kalbimiz tarafından oluşturulan elektromanyetik alan vücudumuzdaki organlarla iletişim halindedir. Hatta beyin ve kalbin arasında bir bağlantının bulunduğu ve bu bağlantıyla kalbin beyne hangi hormonları, endorfini ya da diğer kimyasalları salgılaması gerektiğini bildirdiği kanıtlanabildi.
Beynimiz bağımsız hareket etmiyor, aktiviteleri için gerekli sinyalleri kalbimizden alıyor.
Hepsi bu kadar da değil! bilim adamları araştırmalarında kalbimizden yayılan bu elektromanyetik alanın sadece duygularımız tarafından oluşturulmadığını ve gücünü diğer önemli bir kaynaktan, kanaatlerimizden; yani derin bir inançla bağlandığımız ve hayatımıza doğrultusunda yön verdiğimiz düşüncelerimizden aldığını buldular. Bütün duygu ve düşüncelerimiz kalbimizin enerjisinde bilgi olarak bulunmakta ve vücudumuzdan yayılan en kuvvetli sinyal olarak sadece beynimize ve organlarımıza değil, aynı zamanda dünyanın derinliklerine doğru taşınmaktadır. Bu ezeli gerçeğin yansımalarını “kendini derin bir inançla savunmak” “bir şeyi kalpten istemek” ve tabii “kalbinin sesini dinlemek” gibi bazı deyimlerimizde görmek mümkündür.
Kalbimiz, inanç ve duygularımızı elektromanyetik titreşimlere ve dalgalara dönüştüren bir tür aracı olarak hizmet eder. Ve bu elektromanyetik dalgalar vücudumuzla sınırlı kalmaz, bütün çevremize uzanır, bizi kuşatan her şeyle iletişim halindedir. Kalbimiz, bütün inançlarımızı, geleceğe yönelik düşlerimizi ve duygularımızı başka bir dile, titreşimlerin ve dalgaların kodlanmış diline çevirir ve bunları evrene gönderir.
İnançlarımız kalbimizin yaydığı elektromanyetik dalgalar sayesinde fiziksel dünyayla etki alışverişinde bulunur. Yayılan bu enerjinin ne denli büyük olduğunu HeartMath Enstitüsü’nün yaptığı araştırmalar gözler önüne seriyor:
  • Kalbin elektrik akımı (EKG), beyinde oluşan elektrik akımından (EEG) altmış kez daha kuvvetlidir.
  • Kalbin manyetik alanı ise beyninkinden beş bin kez daha kuvvetlidir.
Demek ki kalbimizle, beynimizle yaydığımızdan çok daha fazla enerji yayıyoruz. Peki bunu bilmek, bizim için neden bu kadar önemli? Çok basit, çünkü bu sayede, bazı dileklerimiz hemen gerçekleşirken, bazılarının gösterdiğimiz tüm çabalara rağmen neden bir türlü tezahür etmediğini anlıyoruz.
İsteğimizin gerçekleşeceğine gerçekten inanmadan olumlama (imgeleme) yaparsak ya da bir şeylerin hayalini kurarsak, sadece beynimiz elektromanyetik dalgalar yayarken, duygularımızın gerçek merkezi olan kalbimiz beş bin kat daha büyük bir kuvvetle, genellikle tereddüt ve korku olan asıl inancımızı dünyaya yayar. Bunun sonucu apaçık ortadadır; hayatımızda sadece kalbimizin derinliklerinde gerçekleşeceğine inandığımız şey gerçekleşecektir.
İnançlarımızı duygularımızla desteklediğimiz zaman yaydığımız enerji çok daha büyük olur. Ama üzgün, depresif ya da bitkinsek, istediğimiz şeyi dileyebiliriz, bu durumda kalbimizden yaydığımız hüzünlü duygular, mantığımızdan gelen isteklerden her zaman daha güçlü olacaktır. Peygamberle, günümüzün ve geçmişin dünyaca ünlü alimleri ve bilgeleri ısrarla “Kalp gözüyle görmeyi” öğrenmemizi söylerler.
Kalbimizle Dünyayı Değiştirebiliriz.
Tüm bu anlatılanlar, sahip olduğumuz inançların evrene yollandığı ve Rezonans Kanununun esaslarına göre evrende kendileriyle aynı titreşimdeki enerjileri aradığı anlamına gelir.
Benzerler birbirini çeker. Bizim enerjimizle rezonans içinde olan her şey hayatımızda tahakkuk edecektir. Sözün özü; inandığımız her şey yaşamımızda gerçekleşecektir.
Bu nedenle, isterken dikkat edilmesi gereken en önemli noktalar:
  • Ne dilersen dile, bunu mantık seviyesinden kalp seviyesine taşı,
  • İsteklerimizin gerçekleşebilmesi için, bunun mümkün olduğuna kesinlikle inanmalıyız.
  • İsteklerimizin gerçekleşebilmesi için önce kendimizi mutlu bir ruh haline sokmalıyız.
Öncelikle bilincimizi hedefimize yönlendirmeliyiz ki, hayatımızda gerçekleştirmek istediğimiz şeylerle etkileşime geçebilelim. Hayatımızda sadece derinden inandığımız şeyler gerçekleşebilir. Bu en başta kendi hakkımızdaki düşüncemiz için geçerlidir. Kendimizle ilgili görüşlerimiz yaşayacaklarımızı belirler. Tabii ki bu, bir şeyleri harekete geçirebilmek için gerekli olan güç ve kudrete sahip olabilmek için, bu kudretin bize dışarıdan verilmediğini, içimizden husule geldiğini anlamamız gerektiği anlamına da geliyor. Demek ki dış dünya, her zaman bizim iç alemimizi yansıtır.
İnançlarımız Dış Alemimizi Değiştirmeyi Nasıl Başarıyor?
Son yıllarda modern bilimin tespitlerinde köklü değişiklikler oldu. Değişim 1995 yılında Rus Bilim Akademisi’nde Vladimir Poponin ve Peter Gariaev yönetimindeki araştırmalarla başladı. Bu iki bilim adamının deneylerinin sonuçları o kadar hayret vericiydi ki, bu deneyler Amerika’da tekrar edildi ve sonuçta orada kamuoyuna duyuruldu.
Vladimir Poponin ve Peter Gariaev, “foton” adı verilen ışık parçacıkları vasıtasıyla DNA’nın tutumunu incelemek istiyorlardı. Bu test serisinde vakum oluşturmak için bir borunun içindeki tüm havayı aldılar. Artık vakumda bile kesin bir hiçlik olmadığı biliniyor. Her mekanda özel aletlerle oldukça isabetli ölçülebilen fotonlar (ışık enerjisi) kalıyor. Böylece fotonlar borunun vakumunda oldukça düzensiz bir şekilde dağıldı.
Bir sonraki adımda boruya insan DNA’sı verildi. Ve o anda çok şaşırtıcı birşey oldu. Parçacıklar DNA’nın varlığında daha farklı sıralandı. DNA, fotonlara direkt olarak etki ediyordu. Sanki görünmez bir güçle, fotonları, boruda düzenli bir şekilde sıralamıştı. Artık bu deneyde kesinleşen şey şuydu; İnsanın DNA’sı, fiziksel dünyaya direkt etki ediyor.
Klasik fizikte, daha önce böyle bir şey gözlemlenmemişti. Dahası, klasik fiziğin alışılagelmiş mantığında, böyle bir şeye yer yoktu. Yani fotonlar insanların açıklayamadığı bir tutum sergiliyordu. Aslında bu yeteri kadar heyecan vericiydi, ama daha sonra olanlar tartışmasız bir devrim niteliğindeydi…Bilim adamları, DNA’yı borudan aldıkları zaman, fotonların düzenli sıralarını bozup dağınık hallerine geri döneceklerini düşünmüştü. Ama beklenenin tam tersi oldu! Fotonlar sanki DNA hala oradaymış gibi düzenli sıralarında kaldı.
Araştırmacılar deneyleri defalarca tekrarladılar, varılan sonuç aynıydı; fiziksel olarak ayrılsalar bile DNA ve fotonlar arasında hala bir bağ vardı. Görünüşe göre, kuantum fiziğinin “kuantum alanı” dediği bir alan aracılığıyla birbirleriyle bağlantılıydılar. Boşluk olarak tabir ettiğimiz şey aslında hiç de “boş” değildir, bilakis içinde milyarlarca verilerin dalgalar aracılığı ile hareket ettiği ve yayıldığı bir alandır.
Bu deney Rezonans Kanununu anlayabilmemiz için oldukça aydınlatıcı olmuştur. Ayrıca bu enerji alanını ayrıcalıklı kılan ise; tanıdığımız hiçbir enerji türüne benzememesidir.
Sıkı dokunmuş bir ağ gibi işlediği görülen enerji yüklü bu alan, iç ve dış alemimiz arasında bir nevi köprü görevi görür.
Tıpkı ses dalgalarının, havayı taşıyıcı olarak kullandığı gibi, yaydığımız inanç ve düşünce gücü de dünyaya taşınabilmek için bir aracıya ihtiyaç duyar. Burada, kuantum alanı devreye girerek, bu aracılık görevini üslenir.
Bu enerji alanı, farkında olsak da olmasak da her şeyle ve herkesle bağlantı içinde olmamızı mümkün kılar.
Bu esnada “alıcının” bizden ne kadar uzaklıkta olduğunun hiçbir rolü yoktur. Bu alıcı yan komşumuz da olabilir, dünyanın öbür ucunda bulunan bir kişi de olabilir. Oluşturulan ve yayılan rezonans alanı, her zaman doğru kişiye ulaşır. Böylece istediğimiz hedefimizle aramızda, enerji yoluyla kesin ve aktif bir bağlantı kurabileceksek eğer, neden en büyük arzularımızın gerçekleşmesi için daha fazla bekleyelim ki?
Kuantum alanı sayesinde herşeyle ve herkesle hemen bağlantıya geçebiliriz. Tek yapmamız gereken şey bunun için bir adım atmaktır;
Rezonans Kanunu, her zaman “evet” der.
İnançlarını her zaman doğru çıkarır.
Sana karşı gelmez.
Mesela, hayatının önemsiz olduğuna ve hiçbir anlam taşımadığına mı inanıyorsun, bu inancın, onaylanacaktır.
Gerçek, büyük bir aşkı hak ettiğine mi inanıyorsun, para, manevi ve maddi zenginliği hak ettiğine; hayatının derin, her şeyi kuşatan bir anlamı olduğuna mı inanıyorsun, bu inancın yaşamında gerçekleşecektir.
Neye inandığın enerjinin umurunda değildir, inancın yüksek ahlaki değerler taşıyabilir ya da çok kötü bir şey olabilir sana fayda sağlayabilir ya da hayatını zorlaştırabilir, enerji işin ahlaki kısmıyla ilgilenmez ve yargılamaz.
Enerji daima senin yaydığın içtekiler doğrultusunda çalışır.
İç alemimizde sahip olduğumuz her şey, dış dünyada da karşımıza çıkacaktır.
Dünyada karşılaştığımız her şeyin bir kaynağı vardır ve bu kaynak düşüncelerimizdedir. Eğer istediğimiz sonuçlara ulaşmak istiyorsak, düşüncelerimizi kontrol etmeye başlamalıyız, çünkü düşündüğümüz her şey bir rezonans alanı oluşturur.
Uzun süreli ve sık olarak düşündüğümüz, hissettiğimiz ve söylediğimiz her şey rezonans alanımızı yoğunlaştırır. Bu yüzden kaybetmek hakkında her düşünce kaybetmek, kazanmak hakkındaki her inanç da kazanma ihtimalini kuvvetlendirir. Bu yüzden dış dünyada değiştirmek istediğimiz her şeyi düşünce gücümüzle değiştirebiliriz.
İçindeki yaratıcılığı hatırla ve onu bilinçli olarak kendi iyiliğin için ve diğer insanların iyiliği için kullan!
Arzularımız gerçekleşmek üzere bizi nasıl bulur?
Artık aydınlık getirmemiz gereken tek nokta, bizimle etkileşime geçen enerjinin, bizi nasıl bulacağı konusudur. Sonuçta evrende milyarlarca DNA var ve bunların her biri enerji alışverişinde bulunuyor. Peki, evren arzularımızı, daha doğrusu arzulananı yolunu şaşırmadan bize nasıl iletir?
Bir yandan sürekli “yayındayız”. Rezonans alanımızı durmaksızın pozitif ve negatif düşüncelerimizle programlıyoruz. İstek ve amaçlarımızı koruduğumuz sürece, korku ve endişelerimiz içinde aynı şey geçerli, rezonans alanımız bizimle aynı titreşimde olanları bize çeker. Diğer yandan ise hepimiz “kod” olarak adlandırdığımız genetik bir isme sahibiz. Kriminal teknik ve babalık testi ile ilintili olarak bu kavramı daha önce duymuşsunuzdur. Her bir hücrenin DNA’sı da, aynı parmak izi gibi, eşsizdir. DNA, başkalarıyla karıştırılması mümkün olmayan genetik bir parmak izi bırakır. İşte bu enerji içinde geçerlidir. DNA’mızın enerji parmak izi , açık ve net bir adres bırakır. Titreşim o kadar belirgindir ki, her zaman bizim için en uygun çözümü bulur.
Düşünce Gücümüzle Yeni Bir Gelecek Oluşturabilir Miyiz?
Zaman hiç de göründüğü gibi değildir. Sadece bir yöne doğru hareket etmez ve gelecek, geçmişle aynı zamanda mevcuttur. Albert Einstein
Düşünce gücümüz sayesinde geleceğimizi etkileyebilir miyiz? Kesinlikle evet! Bunu yapabiliriz, hem de tahmin ettiğimizden daha fazla. Kuantum fizikçilerinin nefes kesici buluşları hayatımızı her an tamamen değiştirebileceğimizi ve istediğimiz her şeyi değiştirebileceğimizi, bize bir kez daha gösterdi.
Bildiğimiz gibi düşünce gücümüzle enerji yaymaktayız. Tabii ki sadece biz değil, diğer bütün insanlarda aynı şekilde enerji gücü yaymakta. Aynı titreşimdeki enerjiler birbirlerini çektikleri için tıpkı bizim diğer insanları ve olayları kendimize çektiğimiz gibi başka insan ve olayların da bizi çekiyor olması doğaldır. Buradaki tek koşul, iki enerjinin birbiriyle uyumlu olması yani titreşimlerinin birbirine yakın olmasıdır.
Bu arada kuantum fiziği, kuantum dalgası denilen şeyin, örneğin; düşünce ve inançlarımızın, sadece fiziksel olarak yayılmakla kalmayıp zaman içine de yayıldığını bulmuştur. Yani inançlarımız sadece yer değil, zaman da değiştiriyorlar (zaman dalgaları). Demek  ki “normal kuantum dalgası” diye adlandırdığımız, geçmişten geleceğe giden kuantum dalagaları var. Bunun dışında, bir de “birleşik karmaşık dalgalar” olarak adlandırdığımız gelecekten geçmişe yayılan dalgalar vardır! Hayret verici değil mi? Ama gerçek. Geleceğe yayılan dalgalar “teklif dalgası”, geçmişe geri dönen dalgalar ise “eko dalgası” olarak adlandırılır.
Eğer bu iki dalga karşılaşırsa, yani gelecekten gelen bir eko dalgası, bizim yolladığımız bir teklif dalgasına rastlarsa, bu durumda dalgalar birbirlerini modüle ederler ve ikisinin ortak ürünü olarak ortaya “olay ihtimali” dediğimiz şey çıkar. Kuantum fiziğine göre “bir olayın gerçekleşmesi ihtimali, geçmişten gelen teklif dalgası ile gelecekten gelen uygun bir eko dalgasının buluşması sonucu ortaya çıkar”. Bu şu anlama gelir : “Sadece geçmiş geleceği değil, aynı zamanda gelecek de geçmişi etkiler”.
Aklımız bunu idrak etmekte biraz zorlanabilir, çünkü şimdiye kadar hep zamanın geçmişten geleceğe, doğrusal bir biçimde ilerlediğini düşünmüştük. Şimdiyse bunun tam tersinin de mümkün olması aklımız için şaşırtıcı. Demek ki : Gelecek dışarıda bir yerlerde, çoktan beri mevcut. Aksi halde geçmişe, yani bizim şimdiki zamanımıza, dalgalar yollaması mümkün olmazdı. Senin geleceğin de şu an, şu saniye mevcut. Ama yine de geleceğinin akışı önceden belirlenmemiş, zira geleceğin çeşitli mahiyetlerini seçme imkanına sahibiz.
Tabii ki bilincimiz, sadece bir tek zaman algılıyor. Farklı bir şey tanımıyoruz. Bu şaşılacak bir şey değil, sonuçta duyularımız çok sınırlı.Bütün ışık yelpazesinin sadece % 8’ini algılayabiliyoruz. Geri kalan % 92’lik gerçeği, aynı şekilde bizi çevrelemesine rağmen algılayamıyoruz. Aslında var olduğu halde tamamen yok sayıyoruz.
Ama yine de etrafımızda hiç tanımadığımız diğer enerji titreşim, dalga ve bilgilerle çevrili.
Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir. Sokrates
Teklif dalgamız tüm geleceğimizi dolaşır. İster bir saniye sonrası, ister bir ya da on yıl sonraki olaylar olsun, tüm olasılıklar tek tek kontrol edilir. Bu aşamada kuantum fiziği şu fenomeni keşfetmiştir: Gelecekteki olay, zaman açısından ne kadar yakındaysa, rezonans da o kadar nettir. Bu şu anlama gelir; “Gelecekte gözlediğim bir olay zaman açısından bana ne kadar yakınsa, o olayın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği kararı o kadar kesindir.”
Yakın gelecekteki bütün olayları, bugünkü bilincimiz belirler.
İşte bu noktadan sonra “istemek” konusuna varıyoruz.  Zira istemek birçok ihtimalden birini yaşamımıza çekmekten başka bir şey değildir.
  • Bir şey istediğimizde, bu doğrultuda bir teklif dalgası yolluyoruz.
  • Bu dalga, bir eko dalgasıyla irtibata geçiyor.
  • Bir gerçekleşme ihtimali meydana getirebilirsek istediğimizin gerçekleşmesi için en uygun şartları sağlamış oluyoruz.
İç alemimizde sahip olduğumuz her şey, dış alemde de karşımıza çıkacaktır.
Zira dış dünya her zaman iç alemimizi yansıtır.
Ancak bilincimizi hedefe yönlendirirsek yaşamımızda sahip olmak istediğimiz şeylerle etkileşime geçebiliriz.
Eğer istediğimiz sonuçlara istiyorsak; düşüncelerimizi, duygularımızı ve inançlarımızı gözlemleyerek yönlendirmeye başlamalıyız, zira hissettiğimiz ya da düşündüğümüz her şey, bir rezonans alanı oluşturur.
Rezonans Kanunu-Pierre Franckh