Booking.com

Tembellikten Kurtulmak İçin 5 Yol




Çok değerli çalışma zamanınız erteleyerek boşa mı geçiyor? Ertelediğiniz için bir türlü daha sağlıklı bir yaşam tarzına geçemiyor musunuz?

Hepimizin tembel, üretken olmayan anları var. Evet öyle bir an geliyor ki, hiç bir şey yapasımız gelmiyor. Problemse bu tembel anlarçok sık olmaya ve hayatımızın ilerleyişini durdurmaya başladığında ortaya çıkıyor. Tembellik kronik bir hastalık haline geliyor.


Peki bu sorunun üstesinden nasıl gelebiliriz? İşte size tembelliği durdurmanın, ertelemeyi yenmenin ve çok daha fazlasını yapmanın 5 yolu.

Tembelliğinizin Arkasındaki Gerçek Nedeni Ortaya Çıkarın


“Tembelliği nasıl durdururum?”un cevabı arkasında yatan sebepleri araştırmakla başlar. “Erteleme” gibi tembellik de derin psikolojik duygularla oluşabilir: sıkışıp kalma hissi, başarısızlık korkusu ya da basitçe içinden gelmeme. Bütün görevler ya da aktiviteler heyecanlı ya da eğlenceli değil.


Karmaşık, zaman alıcı ve sıkıcı işlerle sık sık karşı karşıya kalabiliriz. Psikolojik olarak bunlara direnç göstermemiz kesinlikle normal. Ama bu direncin sebeplerini bilmek faydalı olacaktır. Çünkü bu sayede onlarla baş etmenin en iyi yolunu bulabiliriz.
Bam Telinizi Bulun


Sizi gerçekten motive eden şeyi keşfedin. Genelde sizi harekete geçiren nedir? Ödevin son gününe yaklaşmak mıdır mesela? Sorumluluk duygusu mu? Ya da Youtube’daki ilham verici bir video mu? Yakın zamandaki tatil mi? Kendinize söz verdiğiniz küçük bir ödül mü? Arkadaşlarınız ya da iş arkadaşlarınızın gözünde başarısız damgası yememek mi?


Hepimizin böyle bam telleri var. Bunlar ya çok memnun edici bir gelişmeye yönelim ya da hiç hoş olmayan bir şeyden kaçınma temelli gelişir.


Sizi motive eden şeyi bulduğunuzda, bu bilgiyi kullanmak ve tembelliğinizden kurtulmak çok daha kolay olacaktır.

Yatmadan Önce Başarmak İstediğiniz Üç Şeyi Listeleyin ve Bunları Yapın


Bu kadar kolay. Sadece yapmak istediğiniz 3 görevi yazın. Yazmanın bağlayıcılığı vardır. Kendinizle yaptığınız bir kontrat gibi. Yatmadan önce bu görevleri bitireceğinize söz veriyorsunuz. (Bu birkaç saat az uyumanız anlamına gelse bile.)


3 görevi listeleyip onları yerine getirmeyi alışkanlık haline getirdiğinizde tembellik ya da erteleme konusunda daha fazla endişelenmenize gerek kalmayacak.


Sadece 3 tane ama istikrarlı bir şekilde yaptığınız 3 görev sayesinde pozitif anlamda inanılmaz değişikliklere tanık olacaksınız.
Zaman Blokları İçinde Çalışın ve Aralar Verin


Sık sık erteleriz, çünkü fiziksel ve zihinsel olarak yorgunuz. Daha sıkı çalışmak istemediğimizden değil, sadece o gücü içimizde bulamıyoruz. Görünürde alakasız şeyler, yeterince uyumama, ağır bir akşam yemeği ya da bilgisayar başında geçen saatler aslında üretkenliği, konsantrasyonu ve performansı ciddi şekilde etkiliyor.


Kendinizi zorlayabilirsiniz, kendi beklentilerinizi veya başkalarınınkini bir an önce gerçekleştirmek isteyebilirsiniz. Ama eninde sonunda bıkacak ve bırakıvereceksiniz. Bu yüzden kendinizi vücudunuz ve beyniniz harap olana dek zorlamayın. 40 dakikalık bir çalışmadan sonra kendinize 10-15 dakikalık aralar verin. Oturduğunuz sandalyeden kalkın, biraz dolaşın, temiz hava alın, etrafınızdaki şeyleri değiştirin. Göreceksiniz ki, momentumu yakalamak bunları yaptıktan sonra daha kolay olacak.
Kendinize Tembellik Yapacağınız Bir Gün Verin


Vücudunuzu katı bir diyete zorlarsanız, vücut açlık moduna girecektir. Bu da şu anlama gelir: ne zaman kalorili bir yiyecek yeseniz vücut onu yağ olarak depolayacaktır, çünkü gelecekte yine böyle bir açlık durumuna karşı kendini koruma altına alacaktır. Aynı mekanizma kendinize dinlenme, rahatlama ve yeniden şarj olma zamanı vermeyip, vücudunuzu ve zihninizi çok zorladığınızda da ortaya çıkar. “Rahatlama, dinlenme ve yeniden şarj olma” fırsat bulduklarında hemen harekete geçeceklerdir. Ve işi yapmaktan sizi uzun süre alıkoyacaktır.


Kendinizi açlık moduna sürüklemeyin. Yavaşlayın. Kendinize bir günlük tembellik izni verin, hiçbir şey yapmayın ve bunun tadını çıkarın. Suçluluk duygusu hissetmeden, işinizin normal seyrinde yapılıyor olmasının rahatlığıyla huzur bulun.
Sonsöz


Tembellikten kurtulmak sandığınız gibi yazgınız değil aslında. Tembelliğin nedenlerini bulup, sizi harekete geçiren şeyleri keşfetmekle başlayabilirsiniz. Sonra alışkanlıklar kazanmaya başladığınızda her şey rayına girecektir. Kendinize dinlenmek için zaman ayırmayı da unutmayın.

BİRİSİNE BİR İYİLİK YAPIN VE KİMSEYE BUNDAN BAHSETMEYİN




“İyilik ne kadar gizliyse o kadar hayırlıdır.” “Fedakârlık yapıyorsanız, yalnız gönlünüzde kalmamışsa, dilinize düşmüşse iş, o yine kendinizi düşündüğünüzdendir. İyilik yapıyorsanız sizde kaldıkça iyiliktir.”


Çoğumuz zaman zaman birilerine iyilik yaparız, ama ille de bunu başka bir kimseye anlatıp, gizlice takdir edilmeyi bekleriz.

Cömertliğimizi ve iyiliğimizi bir başkasına anlatmak bize kendimizi çok düşünceli bir insan olarak hissettirdiği gibi, ne kadar iyiliksever olduğumuzu ve iyilik görmeye ne denli layık olduğumuzu da hatırlatır.

Yapılan her türlü iyilik güzeldir, ama bunu yaptıktan sonra hiç kimseye anlatmamanın çok daha büyülü bir yanı vardır, insan başkalarına bir şey verdiği zaman daima kendini iyi hisseder. Yaptığımız iyiliği başkalarına anlatarak bu olumlu duyguyu sulandırmaktansa, kimseye bahsetmeyin ve olumlu duygunun tümü sizde kalsın.

Gerçekten de insan bir şey vereceği zaman karşılık beklemeden vermelidir. Yaptığınız iyiliği başkalarına anlatmazsanız, tam anlamıyla karşılık beklemeden vermiş olursunuz; ödülünüz de, bu davranışın sizde yaratacağı gönül sıcaklığıdır. Bir daha birisine bir iyilik yaparsanız, bunu kendinize saklayın ve verme eyleminin sevinçli keyfini yaşayın.

Dr. Richard Carlson

(Ufak Şeyleri Dert Etmeyin Kitabından)

Bolluk Bereket Meditasyonu


Bu meditasyonu uyguladığınız taktirde hayatınızın nasıl bir anda değiştiğine inanamayacaksınız.



Kişisel gelişim,olumlama ve meditasyon ile ilgili yazılmış olan kitapların tümünün özünde yatan olgu bilinçaltına senin neler yapabileceğini inandırmaktır. Bu meditasyonu 21 gün boyunca yaptığınız taktirde hayatınızdaki değişime inanamayacaksınız. bilinçaltımız bir olguya onu 21 kez tekrarlamayla inanır, onu ancak 21 tekrarın sonunda kabullenir.

İlk kuralımız 21 gün... Eğer bir gün atladıysak tekrardan başa dönüyoruz. Mutlaka 21 kez tekrar gerekiyor.

İkinci olarak sabah uyandığımız andan itibaren ilk 10 dk beynimiz alfa durumundadır ve bu durumda bilinçaltına erişmek normalden daha kolaydır. Dolayısıyla meditasyonu her sabah bu 10 dk içinde gerçekleştirirsek daha faydalı olacaktır.

Haydi başlayalım...

1. Bu evrende herkese yetecek kadar bolluk bereket mevcut ve ben o sonsuz bolluk bereketin içindeyim.


2. Maddi ve manevi zenginliğim gün geçtikçe artıyor ben de tadını çıkarıyorum.

3. Bolluk içinde yaşamayı hakeden bir insanım.Para benim dostum. Para beni seviyor,ben parayı seviyorum




4. Para bana etik yollardan ve kolaylıkla geliyor.Harcadığım her para katlanarak bana geri dönüyor.


5. Ben para mıknatısıyım ,hayatımın her alanında bolluğu fazlasıyla kendime çekiyorum.




6. Parayla ilgili, başkalarına ait olan ama zamanla istemeden kabullendiğim inançlardan kurtuluyorum.

7. Hayal edebildiğimden daha fazla mutluluk , sevgi ve paranın hayatıma girmesine izin veriyorum.

8. Tüm arzularımı gerçekleştirecek yeteri kadar zamanım,enerjim ve param var.

9. Hayatın akışına ve evrenin istediğim şeyi bana vereceğine inanıyorum.

BEDEN-ZİHİN BAĞLANTISINI OLUŞTURMA


OSHO


Yeterince uzun bir süre düşünceler seni fazlasıyla ele geçirdiğinde bilmediğin bir dilde onları ifade et. Bilinçaltını rahatlat. Yarım saat bedeninin de eşlik ettiği hareketlerle ve mimiklerle ve seslerle ama anlamsız seslerle bu duygu ve düşünceleri dışa vur. Bilinçli olarak delir. Duyanlar sana deli desin ve sen de evet ben deliyim de. Ben ama akıllı bir deliyim de örneğin! Çünkü sen deliliğinle ilgili bir şey yapabilecek kadar sağlıklısın. Sana deli diyenler ise sendeki deliliğe bakıp kendi deliliklerinden kaçabileceğini sanan ahmaklar… Bir iki ahmak sana bir şeyler dedi diye meditasyonunu rahatsız etmene gerek yok.


Sen akıllı bir delisin. Zevkini çıkart. Tad al, çocukça eğlen. Ne var yani. Bu enerji sadece. Sesler, mimikler, hareketler… Ve sonrasında büyük bir rahatlık ve gevşeme gelecek. Yarım saat yeterli olur günde… Sonrasında geride kalan her neyse izle. Düşünce hala varsa izle. Duygular varsa izle… Bedensel duyumlar varsa… izle.. Ölüm korkusu gelirse izle. Yaşam coşkusu gelirse izle.


İçin boşalmış olacak. Anın getirdiklerini alabileceğin kadar için boşalacak. Şu an dolusun. Dopdolusun. Yeniye yer yok hep eski paçavralarla dolusun. Geçmiş yakanı bırakmıyor. Ve ordan getirdiklerini geleceğe yansıtıyorsun. Hepsi bu. Geçmişin tüm pisliklerini, tüm kokuşmuşluklarını fırlat at. Başka çaren yok. Bunun için yapman gereken tek şey gibberish yani bilmediğin dillerde konuşmak ve içinden gelenleri söylemek… Sonra da izlemek. İçin temizlenecek ve arınacaksın.


Çünkü, sana bir şey söyleyeyim, bilge bir insan için söylenecek anlamlı hakikaten hiçbir şey yok: Bizim büyük anlam atfetttiğimiz her söz birer gibberish… bilen için.


O nedenle rahatla. Daha fazla saçmalayamazsın, zaten saçmalamaktasın. Saçmalamaktayız. Gibberish bunun daha eğlenceli yolu hepsi bu. Bu çalışmayı her gün yap ve birkaç hafta sonra istesen de düşünceler seni ele geçiremeyecek. Çünkü sen onlar ne yaparsa yapsın koskocaman bir gülümsemeyle SAÇMA! diyebilecek hale geleceksin..


Al Ver Dengesi - Bülent Gardiyanoğlu

AL  VER DENGESİ
Al ver dengesinin olduğu yerde, bolluk ve bereket olur. Hem sizin hem de karşı tarafın bolluk ve bereket enerjisi açılır. Aldığımız kadar vermeli ve verdiğimiz kadarını almalıyız. Hayatımızda al kısmını da çalıştırmalıyız. Seminerlerimde paylaştığım al-ver döngüsünden bahsetmek istiyorum. Örneğin bir ailenin evine misafirliğe gittiğinizde size ikram edilen ikramlıkları “Ben tokum” diye geri çeviriyorsunuz. Bu davranış bize ailemizden, atalarımızdan gelen bir mirastır ve kodlarımıza işlenmiştir. “Misafirlikte almak ayıptır” dedikleri için bizler de bu kelimeyi yaşam biçimimiz haline getiririz.Çocukken, ailemle misafirliğe gittiğimizde annem beni tembihlerdi “İkram edilenlerden fazla alma, ayıptır. Evlerine konuk olduğumuz aile, bizim evimize geldiklerinde, ne var ne yok önlerine serer, ikramlarda bulunurduk! İkramda kusur etmezdik. Fakat bunu yaptığımızda işleyiş dengeli olmuyordu.





AL VER DENGEMİZ
Çocukken aklım pek almıyordu; “Biz neden misafirliğe gittiğimizde dilediğimiz gibi yiyemiyoruz ve evlerine konuk olduğumuz aile bize geldiğinde neden biz her türlü ikramı onlara yapıyoruz?” Al ver dengemiz, dengede değildi. Almayı durdurup verme işlevini yükselttiğimiz zaman, bu bilinç yapısı altında evren de gerçekliğimizi ona göre hazırlıyor.Sürekli hayata bir şeyler vermek zorunda kalıyoruz fakat karşılığını alamıyoruz. Bu yüzden ikisinin dengeli bir biçimde sistemini sağlamak zorundayız. Örnek: Üzerindeki boncukları olan bir tespih düşünün. Birinci boncuk misafirlikte size ikram edilenler olsun. Siz o boncuğu parmaklarınızla çekmezseniz, ikinci boncuk gelmeyecek. Ondan sonraki boncukta gelmeyecek. Bolluk ve berekette böyledir. Size gelene yok dediğiniz zaman, bir sonrakine de yok deyip engellemiş oluyorsunuz. Bu sebeple lütfen size gelen her türlü helal yardımı ve bolluğu sevgiyle kabullenin. Kabullenin ki bir sonraki de gelsin.
HAYATIMIZDA AL KISMINI DA ÇALIŞTIRMALIYIZ…
Bize evren bolluk ve bereketi sırayla gönderiyor. Ve siz sıranın bir yerinde durduğunuz zaman akışı da kesiyor olursunuz. Size bir şey ikram edildiğinde “Sevgiyle kabul ediyorum” deyin.Sevgiyle aldığınızda o evin de bolluk bereketi ve senin bereketin artar. Çünkü bize ikram edilen bir tatlıyı ya da bir bardak suyu geri çevirdiğimizde gelecek başka bolluk bereketin de önünü kapatıyoruz. Al ver dengesinin olduğu yerde, bolluk ve bereket olur. Hem sizin hem de karşı tarafın bolluk ve bereket enerjisi açılır. Aldığımız kadar vermeli ve verdiğimiz kadarını almalıyız.Hayatımızda al kısmını da çalıştırmalıyız.İnsanların en çok sıkıntı çektiği para mevzusudur. Kazandıkları parayı yeterli bulmayan ya da kazandığını hak etmediğine inanan insanlar para problemi çekerler. Her şeyin başı sevgidir. Bu yüzden para harcarken sevgi ile harcayın.Örneğin yaptığınız alışverişten sonra “Sevgiyle veriyorum” deyin, ya da elinize geçen parayı sevgi ile kabullenin.

Sevgi ve Aşkla
Bülent Gardiyanoğlu

BERAT GECESİ FAZİLETİ NEDİR?

BERAT KANDİLİNİN ÖNEMİ
Her sene, Şaban ayının on beşinci Berat gecesinde, o senede olacak şeyler, ameller, ömürler, ölüm sebepleri, yükselmeler, alçalmalar, yani her şey Levh-i mahfuzda yazılır. Resulullah efendimiz, bu gece, çok ibadet, çok dua ederdi.
BERAT GECESİ FAZİLETİ NEDİR?
Berat Gecesi İslam alemi için en hayırlı gecelerden biridir. Zira bu gece amel defteri yazılır. Peygamberimiz Hazreti Muhammed Berat Gecesinin önemini şöyle anlatmıştır;

-Bu yıl içinde doğacak her çocuk, bu gece deftere geçirilir.
-Bu yıl içinde öleceklerin isimleri, bu gece özel deftere yazılır.
-Bu gece herkesin rızkı tertip olunur.
-Bu gece herkesin amelleri Allahü teâlâya arz olunur.
BERAT KANDİLİ DUASI PEYGAMBERİZİN OKUDUĞU DUA
Berat Kandili gecesini ganimet bilmeli, tevbe istiğfar etmeli, kaza namazı kılmalı, Kur’an-ı kerim okumalıdır. Peygamber efendimiz Berat gecesinde, Allahümmerzuknâ kalben takıyyen mineşşirki beriyyen lâ kâfiren ve la şakiyyâ duasını çok okurdu.
Hazreti Muhammed Berat Kandili'nde şöyle dua ederdi;
Allah’ım! Azabından affına, gazabından rızana sığınıyorum, senden yine sana ilticâ ediyorum. Senin şanın yücedir. Sana yaptığım senayı, senin kendine yaptığın senaya denk bulmuyorum. Sana layık bir surette hamd etmekten acizim”
BERAT KANDİLİ 100 REKATLIK NAMAZI
İslam alimlerine göre Berat Gecesi'nde kaza namazı borcu varsa iki rekât kaza namazı kılmanın sevabı, ömür boyu kılınacak nâfile namazların sevabından fazladır.
Eğer farz namaz borcu yoksa, isteyen nâfile namaz kılabilir. Berat gecesinde kılınacak namaza Salat-ül-hayr [Hayır Namazı] denir. Bu namaz yüz rekâttır. Her rekâtta Fatiha sûresinden sonra on defa İhlâs sûresi okunarak kılınır.

BERAT KANDİLİ NAMAZI NASIL KILINIR?
Berat Kandili Gecesinde kılınan 100 rekatlık namaz var. 100 rekatlık bu namazı kılan kimse o sene ölürse şehitlik mertebesine nâil olur. Berat Kandili namazına şöyle niyet edilir;

"Ya rabbi , niyet ettim rızâ-yı şerifin için namaza. Beni afv-ı ilâhîne , feyz-i ilâhîne mazhar eyle. Kasvet-i kalbden , dünya ve ahiret sıkıntılarından halas eyleyip, süedâ defterine kaydeyle"

NAMAZIN KILINIŞI
2 rekatta bir selam vererek kılınır.
- Her rekatta Fatiha Suresi’nden sonra 10 tane İhlas Suresi okunur.
- İlk rekatlarda Fatiha’dan önce Sübhaneke okunur.
- Fatiha’da Besmele çekilir, İhlas surelerinde ve Sübhanake’de Besmele çekilmez.
- Namazın tamamını peşpeşe kılmak gerekmez. Ara verilebilir, abdest tazelenip tekrar devam edilebilir.
- Bu namaz gece tamamlanamazsa, kerahet vakitlerine dikkat etmek koşuluyla ertesi günün ikindi namazı vaktine kadar yetiştirebilir.
BERAT NAMAZINDAN SONRA NE YAPILIR? Allâhü Teâlâ'nın "Hû" ism-i şerîfinin ebced hesabına göre değeri 11'dir. Resûlullâh Efendimiz'in isimlerinden "Tâhâ"nın ebced hesabıyla değeri 14 olduğu için aşağıdaki 11 şey 14 kere okunur.
Bunlar;
1.İstiğfar:
2.Salevat-ı Şerife (Allâhümme salli alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed)
3.Fatiha-i Şerife
4.Ayet'ül-Kürsî
5.Tevbe Sûresinin son 2 ayeti besmele ile. (Lekad câeküm)
6. 14 kere Yâsîn, Yâsîn … dedikten sonra 1 Yâsîn-i Şerîf.(Yâsîn-i Şerîf'te 7 zahiri, 7 batini "Mübîn" vardır. Böylece o da 14 olur.)
7.İhlas-ı Şerif
8.Felak Sûresi
9.Nâs Sûresi
10. "Sübhânallâhi ve'l-hamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber. Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l- azîm." duası 14 kere.
11.Salevat-ı Şerife 14 kere okunur ve dua edilir.(Allâhümme salli alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed). Salat-ı Münciye okumak daha efdaldir.

BERAT KANDİLİ GECESİNİN İBADETLERİ
1- Gece bir saat kadar ibadet etmekle, gece ihya edilmiş olursa da, vakti müsait olan, gece hiç uyumamalı.
2- Mümkünse din büyüklerimizin kabirlerini ziyaret edip feyizlerine kavuşmalı.
3- Kendimiz ve bütün müminler için, dua ve istiğfar etmeli. Namazdan sonra çok dua etmeli, özellikle hayırlı dua etmeli. Duada ısrar etmeli, yani duayı çok tekrarlamalı. Peygamber efendimizin Berat gecesinde okuduğu, (Allahümmerzuknâ kalben takıyyen min-eş-şirki beriyyen lâ kâfiren ve şakiyyen) duasını çok okumalı.
4- Aile efradıyla merhametli konuşmalı, onlara iyi davranmalı.
5- Kur’an-ı kerim okumalı, özellikle Rabbenâ âtinâ ve Âmenerresûlü’yü çok okumalı.
6- En önemlisi de, ilim öğrenmeli, bunun için de, Seadet-i Ebediyye ilmihâlini çok okumalı.
7- Kazası olmasa da, çok kaza namazı kılmalı. Namaz dışında secde ederek, secdede dua ve istiğfar etmeli, mümkünse toprağa secde etmeli, secdeyi çok yapmalı.

8- Güzel koku sürünmeli.
9- Allahü teâlâya hamd ve şükretmeli
10- Oruçlu olarak kandili karşılamalı.
ALINTIDIR

NEFRETİ YEN, KANSERİ YEN

Hastalık,Basitçe söylersek, vücudunuzun size gönderdiği bir mesajdır.


UZMANLARDAN Kanser hastasına 8 maddede yaşam tavsiyeleri

  • İyi insan olmaya çalışmasınlar, doğal olsunlar.
  • Duygularını, öfkelerini içe atmasınlar, gerektiğinde haykırsınlar.
  • Kendilerine kötü muamele yapılmasına izin vermesinler.
  • O kırılır mı bu kırılır mı diye düşünmesinler.
  • İnançlarını korusunlar. İyi hissetmeyi hedeflesinler.
  • O zamana kadar yapmaya fırsat bulamadığı şeyleri yapsınlar. Yapmak zorunda olduğu şeyleri bırakıp, zorunda olmadığı ama yapmak istediği şeylere yönelsinler.
  • Dünyayla ilgilerini arttırsınlar. Mesela Kemoterapide bile TV izlesinler.
  • Kendi yaşam alanlarında da her şeyi kontrol etmek için uğraşmasınlar, hayatı rahat ve akışına bıraksınlar.

BU KİN VE ÖFKE SANA NE YAPTI GÖRMÜYORMUSUN?? 

KİMSEYE DEĞİL KENDİNE YAPTIN.. HAYDİ SİL 

GEÇMİŞİ ÜZÜNTÜLERİ KIRGINLIKLARI VE MUSMUTLU BİR 

İNSAN OL.

ARTIK VAKTİ GELDİ....




Duygularımızı Neye ODAKLARSAK 
Evren Bize ONU verir.
Neye odaklandığınıza çok dikkat edin...


Birçoğumuz gerçekleşmesini istemediğimiz şeylerin neden defalarca başımıza geldiğini  hep merak ederiz.Bunun Tek sebebi, olmasını istedikleri şeyler yerine, olmasını istemedikleri şeyler üzerine düşünüyor olmalarıdır.
Düşüncelerinizi dinleyin; söylediğiniz sözlere dikkat edin.

Tercih sizin.. Düşünce yapınızdaki olumsuzlukları silin yerine olumlu cümleler yerleştirin. ve hayatınızı mutlu bir insan olarak yaşamayı deneyimleyin ..
gerçekte hasta olan tek yer var, o da zihnimiz. kendimiz olma yerine diğerlerinin istediği gibi olmaya çalışmanın, bitmek tükenmek bilmeyen bir onay alma çabasının sonucudur. egonun devreye girip inanılmaz boyutlara ulaşması, özün yok olması ve yaşam boyu bir “rol oynanması”… işte kanser bu… zihnimizde kansere neden olan çarpıklığı gidermediğimiz müddetçe hepimiz bu hastalığa yakalanabiliriz. kanser, kişinin kendine ihanetidir.

Kanserin zihinsel nedeni; Derin bir biçimde incinme, 

yaralanma.


Uzun zamandır süren kızgınlık.


İnsanı yavaş yavaş yiyip bitiren derin bir sır ya da üzüntü.


Nefretleri taşıma.


Olumlaması; Tüm geçmişi sevgiyle bağışlıyor ve serbest 

bırakıyorum.


Dünyamı sevinçle doldurmayı seçiyorum.


Kendimi seviyor ve onaylıyorum.

.............

İçimizdeki nefreti ve kin duygusunu sevgi enerjisine 

dönüştürdüğümüz zaman bedenimizde bizimle barışacaktır. 

Bunu hep hatırlayın...



affedin ve çok sevin... 

Neyi mi? dünyayı insanı, çiçeği 

böceği,herşeyi.... En çokta kendinizi...


şifa olsun 






ho'oponopono yöntemi






Joe Vitale’nin Dr.Ihaleakala Hew Len’den öğrenerek Zero Limit kitabında anlattığı şekliyle aktarıyoruz.


Bu yöntem; karşımızdaki insanın yaşadığı duyguyu öğrendiğimiz anda bizim sorunumuz olarak algılayıp kendi içimizde bundan arınarak karşımızdakini de arındırma yolunu öğretiyor. Sadece insanlar değil her şeyi arındırıp temizlemenin yoludur bu. Tüm bilinen ya da bilinmeyen negatif enerjileri, pozitif olanla değiştirerek arındırır. Bunun içinde sevgi yi kullanır. 4 temel kalıp vardır.


seni seviyorum


özür dilerim


lütfen beni affet


teşekkür ederim


cümlelerinden oluşur. Uygulamada çok kolay ve kısa sürede de sonuç veriyor.


Bu tekniğe göre yapmamız gereken şey çok basit: "sorumlu olduğumuzu kabul etmek". bunun anlamı; etrafımızda olan biten herşeyin gidişatına yön verdiğimizi kabul etmek demek. dolayısıyla eğer bunu kabul edersek olayları istediğimiz yönde değiştirme yetisini de kazanmış oluyoruz. bunu yapmak ise gerçekten çok kolay:

ho'oponopono'yu çagırmak için yapmamız gereken tek şey olabildiğince sık bir şekilde kendimize

"seni seviyorum"

"özür dilerim"

"lütfen beni affet"

ve

" teşekkür ederim"

cümlelerini kullanmak. işe kendimizden başlamamız lazım çünkü biz düzeldikçe etrafımız da düzelecektir. çünkü varolan herşey insanın içinin dışa yansımasıyla oluşmuştur.

Çok basit bir örnek; iş yerinde birisi bize kötü davranıyorsa bu adamın problemi ne, niye böyle davranıyor diye onu suçlayacağımıza, acaba bu davranışa sebep olmak için ne yaptım dememiz gerekiyormuş. zira herşeyden karşı tarafı sorumlu tutarsak o problem aynı şekilde yaşanmaya devam edermiş








Zero Limit - Joe Vitale, Dr.Ihaleakala Hew Len kitabından bir alıntı ile daha detaylı anlatabiliriz bu yöntemi


Hayatındaki herhangi bir şeyi değiştirmek istediğinde bakacağın tek bir yer var: kendi için. 2 yıl önce, Hawaii'de, bir koğuş dolusu akıl hastası suçluyu onları hiç görmeden tedavi eden bir terapist olduğunu duymuştum. Terapist, hastaların dosyalarını incelemiş ve sonrasında kendisinin bu kişilerin hastalıklarını nasıl yarattığını görmek için kendi içine bakmış. Kendisi geliştikçe, hastalar da gelişme göstermiş. Bu hikâyeyi ilk duyduğumda bunun bir şehir efsanesi olduğunu düşünmüştüm.



Biri, kendini iyileştirerek başkalarını nasıl iyileştirebilirdi ki? Bu kişi bilge bir kişi olsa bile akıl hastası suçluları nasıl iyileştirebilirdi? Anlamamıştım. Mantıksızdı. Ve hikâyeyi unutup gittim.


Ta ki hikayeyi bir yol sonra yeniden duyana kadar. Terapistin ho'oponopono adında bir Hawaii iyileştirme yöntemi kullandığını duydum. Daha önce bu yöntemi duymamıştım. Hikayeyi yeniden unutup gitmek istemiyordum. Anlatılanlar tümüyle doğruysa, hakkında daha fazla şey öğrenmeliydim. Şu ana kadar "sorumluluk" kelimesinin anlamını, yaptıklarımdan ve düşündüklerimden sorumlu olduğum şeklinde anlardım. Daha ötesinden değil. Ve çoğu insanın da böyle düşündüğünü sanıyorum. Biz yaptıklarımızdan sorumluyuz, başkalarının yaptıklarından değil. Birçok akıl hastasını iyileştiren Hawaiili terapist bana sorumluluğun ne demek olduğu konusunda yeni bir bakış açısı kazandırdı. Adı Dr. Ihaleakala Hew Len. İlk telefon görüşmemiz yaklaşık bir saat sürdü. Ona hikayenin tamamını bana anlatıp anlatamayacağını sordum. Bunun üzerine Len Hawaii Eyalet Hastanesi'nde dört sene boyunca çalıştığını söyledi. Ve hikayesini anlattı.


Akıl hastası suçluların bulunduğu koğuş oldukça tehlikeliymiş. Terapistler bir ay içinde istifa ediyorlarmış. Hastane personeli sıkça hastalık izni alıyormuş ya da istifa ediyormuş. Hastalar tarafından saldırıya uğrama korkusundan dolayı, koğuşta sırtlarını duvara çevirerek yürüyorlarmış. Kısacası burası yaşamak, çalışmak ya da ziyaret etmek için hoş bir yer değilmiş. Dr. Len bana hastaları hiç görmediğini anlattı. Ofisinde oturup hastaların dosyalarını incelemiş.


Hastaların dosyalarına bakarken kendi üzerinde çalışmış. Ve kendi üzerinde çalıştıkça hastalar iyileşmeye başlamış.


"Birkaç ay sonra, daha önceden ellerli kelepçeli dolaşan hastalara serbestçe dolaşmaları için izin verilmeye başlandı," dedi bana. "Ağır ilaç tedavilerine maruz kalan hastalar ilaç tedavilerini bıraktılar. Serbest bırakılmaları konusunda hiç ihtimal olmayanlar serbest kaldı." Şaşkınlık içindeydim…


"Sadece bu kadar değil," diye devam etti. "Ve personel işe gelmekten hoşlanmaya başladı. İşe gelmeme ve sıkça olan işten ayrılmalar bitti. Personel ihtiyaçtan daha fazla sayıda olmaya başladı, çünkü hastalar serbest bırakılıyordu. Personelin yapacak bir işi kalmamıştı. Bugün, bu koğuş kapalı."


Ve işte en önemli soru: "Bu insanların değişimine sebep olacak ne yaptın?" dedim


"Onları yaratan kendi parçamı iyileştirdim sadece," dedi. Anlamadım…


Dr. Len hayatından sorumlu olmanın, hayatındaki her şeyden sorumlu olmak olduğunu söyledi -aslında basit, çünkü her şey senin hayatında oluyor. Tam manasıyla, tüm dünya senin yaratımın.


“Hmmm... Kolay sindirilebilir bir şey değil. “


Söylediklerinden ve yaptıklarından sorumlu olmakla, hayatındaki tüm insanların söylediklerinden ve yaptıklarından sorumlu olmak farklıdır. Gerçek şu ki eğer hayatının sorumluluğunu alıyorsan hayatında gördüğün, işittiğin, tattığın, dokunduğun ya da herhangi bir şekilde deneyimlediğin her şey senin sorumluluğun altındadır.


Çünkü hepsi senin hayatında olmaktadır. Terör eylemleri, ülke yöneticileri, ülkenin mali durumu ve hoşuna gitmeyen diğer şeyler, hepsi şifalanmak üzere sana geliyor. Onlar aslında yoklar… Onlar sadece iç dünyanın birer yansıması…


Sorun onlarda değil, sende. Onları değiştirmek istiyorsan, kendini değiştirmelisin.


Bunu kabul etmeyi ve hayata geçirmeyi bir kenara bırak, kavramak bile kolay değil; biliyorum.


Suçlamak sorumluluk almaktan kolaydır. Fakat Dr. Len'le konuştukça onun kendisini nasıl iyileştirdiğini ve ho'opnopono yönteminin kendini sevmek anlamına geldiğini kavramaya başladım.


Hayatının gelişmesini istiyorsan, onu iyileştirmelisin. Eğer birini iyileştirmek istiyorsan -akıl hastası bir suçlu bile olabilir bu- bunu ancak kendini iyileştirerek yapabilirsin.


Dr. Len'e kendisini nasıl iyileştirdiğini sordum. Hastaların dosyalarına bakarken ne yapmıştı?


"Sadece, tekrar ve tekrar 'özür dilerim' ve 'seni seviyorum' dedim," dedi.


Bu kadar mı?


Bu kadar.


Sonuç olarak, kendini sevmek kendini geliştirmenin en önemli yoludur ve kendini geliştirdikçe dünyan gelişir.


Bu konu hakkında bir örnek vermeme izin verin:


Bir gün biri bana beni üzen bir e-posta gönderdi. Eskiden olsa, bu konu üzerindeki çalışmamı, zayıf duygusal noktalarımı araştırarak ya da hoş olmayan bu e-postayı gönderen kişinin bunu neden yapmış olabileceğini bulmaya çalışarak yapardım. Bu sefer, Dr. Len'in yöntemini kullanmaya karar verdim. İçimden "Özür dilerim" ve "Seni seviyorum," dedim. Bu dediklerimi özellikle bir kişiye yönelik söylemedim. Sadece, dış koşulları yaratan içimdeki parçamı iyileştirmesi için, sevginin ruhunu yardıma çağırdım. Bir saat sonra aynı kişiden bir e-posta daha aldım. Önceki e-posta için özür diliyordu. Bu özür için herhangi özel bir eylemde bulunmamıştım. Ona herhangi bir şey yazmamıştım. "Seni seviyorum" diyerek içimdeki, o kişiyi yaratan parçamı iyileştirmiştim.


Daha sonra Dr. Len tarafından düzenlenen bir ho'oponopono workshopuna katıldım. 70 yaşında, saygıdeğer yaşlıca bir şaman. Ve bir münzevi gibi. Çekim Yasası Sırrı adlı kitabımla ilgili güzel şeyler söyledi. Kendimi geliştirirsem, kitaplarımın titreşiminin artacağını ve okuyucuların bunu hissedeceklerini söyledi. Kısacası, kendimi geliştirirsem okuyucularım da gelişecekti.






"Şu anda piyasada, dış dünyada olan kitaplar hakkında ne dersin?" diye sordum.


"Onlar orada değiller,"dedi. Bilgeliği aklımı karıştırmıştı. "Onlar hala içinde."


Dış dünya diye bir şey yok.


Bu gelişkin tekniği hak ettiği derinlikte anlatabilmek için bir kitap yazmak gerekir ama kısaca şunu söyleyebiliriz.


Hayatındaki herhangi bir şeyi değiştirmek istediğinde bakacağın tek bir yer var: kendi için.


"İçine baktığında, bunu sevgiyle yap."






1.Ne olduğuna dair hiçbir fikriniz yok.


İçinizde ve etrafınızda olan her şeyin, bilinçli ya da bilinçsiz, farkında olmanıza imkan yoktur. Bedeniniz ve aklınız şu anda çalışmaktadır ve bunun farkında değildir. Ve havada, radyo dalgalarından düşünce formlarına kadar görünmeyen sayısız sinyal bulunmaktadır ve sizler bunların hiç birini bilinçli olarak algılamazsınız. Gerçeği söylemek gerekirse, tam şu anda kendi gerçeğinizi yaratmaktasınız ama bu olay bilinçli bilginiz ya da kontrolünüzün dışında, bilinçsizce olmaktadır. Bu nedenle istediğiniz kadar olumlu düşünün gene de yaralanırsınız. Yaratıcı olan bilinçli zihniniz değildir.


2. Her şeyi kontrolünüz altında tutamazsınız


Elbette ki olan her şeyden haberiniz olmadığı için, onları kontrol edemezsiniz. Dünyaya emredebileceğinizi düşünmek egosal bir hatadır. Şu anda dünyada neler olduğunun çoğunu egonuz göremediğine göre, sizin için en iyisine egonuzun karar vermesine izin vermek hiç de bilgece olmaz. Seçim sizin elinizde, ama kontrol değil. Ne deneyimle meyi tercih edeceğinize karar vermek için bilinçli zihninizi kullanabilirsiniz, ama onu ifade edip edemeyeceğinizi ya da bunu nasıl ve ne zaman yapacağınızı kendi haline bırakmalısınız. Teslimiyet anahtardır.


3. Yolunuza her ne çıkarsa onu iyileştirebilirsiniz.


Yaşamınızda önünüze çıkan her şey, oraya nasıl geldiğine bakmaksızın, iyileştirmek içindir, çünkü şu anda sizin radarınızdadır. Buradaki varsayım, eğer onu hissedebiliyorsanız, onu iyileştirebilirsiniz de. Eğer onu bir başkasında görebiliyorsanız ve bu sizi rahatsız ediyorsa, o zaman iyileştirmek için oradadır demektir. Ya da Oprah'ın bir keresinde söylemiş olduğu gibi, "Eğer onu fark edebiliyorsanız, ona sahipsinizdir." Onun neden hayatınızda olduğuna ya da oraya nasıl geldiğine dair hiçbir fikriniz olmayabilir, ama artık farkında olduğunuza göre, onu serbest bırakabilirsiniz. Karşılaştığınız şeyleri ne kadar iyileştirirseniz, tercih ettiklerinizi ifade etmede o kadar net olursunuz, zira başka şeyleri kullanmak için gereken enerjiyi serbest bırakmış olursunuz.


4. Tüm deneyimlerinizden %100 sorumlusunuz.


Hayatınızda başınıza gelenler sizin suçunuz değildir, ama sizin sorumluluğunuzdadır. Kişisel sorumluluk kavramı söylediğiniz, yaptığınız ya da düşündüğünüzün ötesindedir. Hayatınızda yer alan diğer herkesin dediklerini, yaptıklarını ve düşündüklerini de içerir. Yaşamınıza meydana gelen her şeyin sorumluluğunu tamamen alırsanız, o zaman herhangi bir kişi bir sorunu su yüzüne çıkardığında, o sizin de sorununuz olur. Bu üçüncü ilkeye bağlanır, yani yolunuza çıkan her şeyi iyileştirebilirsiniz. Kısacası, şu anki gerçeğiniz için hiç kimseyi ya da hiçbir şeyi suçlayamazsınız. Tüm yapabileceğiniz onun sorumluluğunu almak, yani onu kabul etmek, ona sahip çıkmak ve onu sevmektir. Karşılaştığınız şeyleri ne kadar çok iyileştirirseniz kaynak ile o kadar uyumlu olursunuz.


5. Sıfır limite iletiniz "seni seviyorum" cümlesini söylemektir.


Sizi her şeyin ötesindeki huzura, iyileştirmeden ifade etmeye götürecek bilet sadece "seni seviyorum" cümlesidir. Bu cümleyi Tanrı'ya söylemek içinizdeki her şeyi temizler ve böylece şu anın mucizesini yaşayabilirsiniz: sıfır limiti. Amaç her şeyi sevmek. Fazla kiloyu, bağımlılığı, sorunlu çocuğu ya da konuyu, eşi sevin; hepsini sevin. Sevgi sıkışıp kalmış enerjiyi değiştirir ve serbest bırakır. "Seni seviyorum" demek Tanrıya deneyimleme dileğinizin gerçekleşmesidir.


6. İlham niyetten daha önemlidir.


Niyet zihnin oyuncağıdır; esinlenme Tanrı'dan bir bildirimdir. Bir an gelir, yalvarmak ve beklemek yerine teslim eder ve dinlemeye başlarsınız. Niyet egonun sınırlı görüşünü temel alarak hayatı kontrol etmeye çalışmaktır; esinlenme ise Tanrı'dan gelen mesajı almak ve buna göre hareket etmektir. Niyetler işe yarar ve sonuç verir; esinlenme ise işe yarar ve mucizeler getirir. Hangisini tercih edersiniz?






Zero Limit - Joe Vitale, Dr.Ihaleakala Hew Len




Şimdi’nin Gücü, Uygulama Kitabı- Eckhart Tolle

Bilinciniz dışa doğru yöneldiğinde, zihin ve dünya ortaya çıkar. O içe doğru yöneldiğinde, kendi Kaynağını idrak eder ve yuvaya, Tezahür-Etmemiş-Olana geri döner.
VAR’LIK VE AYDINLANMA
Doğuma ve ölüme tabi sayısız yaşam formunun ötesinde sonsuz, ve daima -mevcut- olan Bir (tek) yaşam vardır. Birçok kişi onu tanımlamak için Tanrı sözcüğünü kullanır; ben genelde ona Var’lık derim. Var’lık sözcüğü hiçbir şeyi açıklamaz, Tanrı sözcüğü de öyle. Bununla birlikte, Var’lık sözcüğü açık bir kavram olma avantajına sahiptir. O, sonsuz ve görünmez olanı sonlu bir varlığa indirgemez. Onun zihinsel bir imgesini oluşturmak olanaksızdır. Hiç kimse Var’lığa tek başına sahip olduğunu iddia edemez. O sizin kendi özünüz ve mevcudiyetinizdir, ve ona kendi mevcudiyetinizin hissi olarak bir anda ulaşabilirsiniz. Böylece, Var’lık sözcüğü Var’lık deneyiminden sadece bir adım uzaktadır.
VAR’LIK SADECE HER FORMUN ÖTESİNDE DEĞİL, aynı zamanda her formun derinliklerinde de bulunur, çünkü o her formun en içteki, görünmez ve yok edilemez özüdür. Bu,onun sizin en derin benliğiniz, gerçek doğanız olduğu, ve sizin ona ulaşabileceğiniz anlamına gelir. Ancak, onu zihninizle kavramaya çalışmayın. Onu anlamaya çalışmayın. Onu ancak zihin sessizleştiğinde bilebilirsiniz. Siz orada mevcutken, dikkatiniz tam ve yoğun bir biçimde Şimdi’de bulunurken, Var’lık hissedilebilir, ama o asla zihnen anlaşılamaz.
Var’lığın farkındalığını yeniden kazanmak ve o “hissetme-idrakinde” kalabilmek aydınlanmadır.
Aydınlanma sözcüğü insanüstü bir başarı fikrini çağrıştırır, ve ego bunu böyle tutmayı sever; oysa aydınlanma sizin Var’lık ile bir’liği hissetmenizden, bu doğal halinizden başka bir şey değildir. O, ölçülemez ve yok edilemez bir şeyle, aslında siz olan, ama yine de sizden çok daha büyük bir şeyle birlik halidir. O, ismin ve formun ötesinde bulunan gerçek doğanızı bulmaktır.
Bu birliği hissedememe, kendinizden ve çevrenizdeki dünyadan ayrı olduğunuz illüzyonuna yol açar. O zaman siz kendinizi, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, tecrit olmuş bir parça olarak algılarsınız. Bu durumda korkuya kapılırsınız, içinizde ve dışınızda yaşadığınız çatışma normal haliniz haline gelir.
Bu birliği deneyimlemenizin önündeki en büyük engel, zihninizle özdeşleşmenizdir, ki bu düşünmenin durdurulamaz ve istemdışı hale gelmesine neden olur. Düşünmeyi durduramamak korkunç bir derttir, ama biz bunu fark etmeyiz, çünkü hemen herkes bu derdi çekmektedir, böylece o normal bir durum olarak kabul edilir. Bu ardı arkası kesilmez zihinsel gürültü sizin Var’lığa ayrılmaz bir biçimde bağlı olan o içsel sessizlik ve sükunet alemini bulmanızı engeller. O ayrıca bir korku ve ıstırap gölgesi oluşturan sahte, zihin-ürünü bir benlik yaratır.
Zihninizle özdeşleşme tüm gerçek ilişkinin önünü kesen donuk bir kavramlar, etiketler, imgeler, sözcükler, yargılar ve tanımlamalar perdesi yaratır. O sizinle kendinizin, sizinle diğer insanların, sizinle doğanın, sizinle Tanrı’nın arasına girer. Ayrılık illüzyonunu, sizin “diğerlerinden” tümüyle ayrı olduğunuz illüzyonunu yaratan bu düşünce perdesidir. O zaman siz -fiziksel görünümler ve ayrı formlar düzeyinin altında- tüm var olanla bir olduğunuz asli gerçeğini unutursunuz.
Zihin, eğer doğru biçimde kullanılırsa, muhteşem bir alettir. Ama, yanlış biçimde kullanılırsa, çok yıkıcı bir hale gelir. Meseleyi daha doğru biçimde koymak gerekirse, bu sizin zihninizi yanlış biçiminde kullanmanızdan değil, genelde hiç kullanmamanızdan kaynaklanır. O sizi kullanır. Hastalık da budur. Siz zihin olduğunuza inanırsınız. Yanılgı budur. Böylece alet sizi ele geçirmiştir, o sizi yönetmektedir.
Bu siz farkında olmadan bir varlığın size hakim olmasına benzer, böylece siz o varlığı kendiniz olarak algılarsınız.
ÖZGÜRLÜĞÜN BAŞLANGICI sizin o hükmeden varlık -yani düşünen- olmadığınızı idrak etmektir, bunu bilmek sizin o varlığı gözlemlemenizi mümkün kılar. Siz düşüneni izlemeye başladığınız anda, daha yüksek bir bilinç düzeyi harekete geçer. O zaman, düşüncenin ötesinde engin bir zeka aleminin bulunduğunu, o düşüncenin o zekanın sadece minicik bir veçhesi olduğunu fark etmeye başlarsınız. Ayrıca, gerçekten önemli olan her şeyin -güzellik, sevgi, yaratıcılık, sevinç ve iç huzurunun- zihnin ötesinden kaynaklandığını da fark edersiniz.
Böylece uyanmaya başlarsınız.

KENDİNİ ZİHİNDEN KURTARMAK
İyi haber şu ki siz kendinizi zihnin bu esaretinden kurtarabilirsiniz. Bu tek gerçek özgürlüktür. Hemen şimdi bu konuda ilk adımı atabilirsiniz.
KAFANIZDA BU SESİ DİNLEYİN ve bunu elinizden geldiğince sık bir biçimde yapın. Özellikle, tekrarlanıp duran düşünce kalıplarına, zihninizde belki yıllardır çalıp duran o eski plaklara dikkat edin.
Benim “düşüneni izlemekten” kastettiğim şey budur, ki bu “kafanızdaki sesi dinleyin, orada bir tanık olarak bulunun” demenin bir başka yoludur.
Siz bu sesi tarafsız bir biçimde, yani yargılamadan dinlemelisiniz. İşittiğiniz şeyi yargılamayın ya da suçlamayın, çünkü böyle yapmak aynı sesin bu kez arka kapıdan gelmesine neden olur. Çok geçmeden şunu fark edeceksiniz: Ses vardır, ve ben burada onu dinliyorum, izliyorum. Buben’im farkındalığı, bu kendi mevcudiyetinizi hissetmeniz, bir düşünce değildir.  O zihnin ötesinden yükselir.
Böylece siz bir düşünceyi dinlerken, sadece düşüncenin değil, kendinizin de -düşüncenin tanığı olarak- farkında olursunuz. Böylece, ortaya yeni bir bilinç boyutu çıkar.
DÜŞÜNCEYİ DİNLERKEN, düşüncenin ardında bilinçli bir mevcudiyeti -daha derin benliğinizi- hissedersiniz. O zaman düşünce üzerindeki gücünü yitirir ve hızla batıp kaybolur, çünkü siz artık zihne -onunla özdeşleşerek- güç vermemektesinizdir. Bu istemdışı ve kesintisiz biçimde düşünmenin sonunun başlangıcıdır.
Bir düşünce battığında, siz zihinsel akışta bir kesinti -bir “düşünce’sizlik” boşluğu- deneyimlersiniz. İlk önce bu aralıklar, boşluklar belki birkaç saniye kadar, yani kısa sürecektir, ama onlar yavaş yavaş uzayacaktır. Bu boşluklar ortaya çıktığında, siz içinizde belirli bir sessizlik ve huzur hissedersiniz. Bu Var’lık ile bir olduğunuzu hissettiğiniz doğal halinizin -ortaya çıkması zihin tarafından engellenen o halin- başlangıcıdır.
Uygulama sonucunda, bu sessizlik ve huzur duygusu derinleşecektir. Aslında, onun derinliğinin bir sonu yoktur. Ayrıca içinizin derinliklerinden süptil bir sevincin yükseldiğini de hissedeceksiniz; bu, Var’lığın sevincidir.
Bu içsel birleşme hali içinde, zihinle-özdeşleştiğiniz hale kıyasla çok daha uyanık ve farkında olursunuz. Orada tümüyle mevcut olursunuz. Bu ayrıca fiziksel bedene yaşam veren enerji alanının titreşim frekansını da yükseltir.
Siz -ona Doğu’da verilen isimle- bu düşünce’sizlik aleminin daha derinlerine dalarken, saf bilinç halini fark edersiniz. O hal içinde, kendi mevcudiyetinizi öyle bir yoğunluk ve sevinçle hissedersiniz ki, bununla kıyaslandığında, tüm düşünceler, duygular, fiziksel bedeniniz ve tüm dış dünya önemsiz hale gelir. Ancak, bu bencil değil, benlik-ötesi bir halidir. O sizi daha önce “kendi benliğiniz” olarak düşündüğünüz şeyin ötesine götürür. Bu mevcudiyet aslında sizsinizdir, ama o aynı zamanda sizden hayal edilemez biçimde daha büyük bir şeydir.
“DÜŞÜNENİ İZLEMEK” YERİNE, ayrıca dikkatinizi Şimdi’ye yönelterek de düşünce akışında bir kesinti, bir boşluk yaratabilirsiniz. Sadece içinde bulunduğunuz anın yoğun bir biçimde bilincinde olun.
Bu derin bir doyum veren bir şeydir. Bu yolla bilincinizi zihinsel faaliyetten uzaklaştırıp, son derece uyanık ve farkında olduğunuz, ama düşünmediğiniz, bir düşünce’sizlik boşluğu yaratırsınız. Bu meditasyonun özüdür.
GÜNLÜK YAŞAMINIZDA bunu, normalde bir vasıta olan rutin bir faaliyete tüm dikkatinizi vererek, böylece onu kendi başına bir amaç haline getirerek uygulayabilirsiniz. Örneğin; evinizde ya da işyerinizde merdivenleri inip çıktığınız her seferinde her adımınızda, her hareketinize, hatta soluk alıp verişinize bile çok dikkat edin. Tümüyle orada olun.
Ya da, ellerinizi yıkarken, bu faaliyetle ilişkili tüm duygusal algılara, suyun sesine ve verdiği hisse, ellerinizin hareketine, sabunun kokusuna vs. dikkat edin.
Veya arabınıza bindiğinizde, kapıyı kapattıktan sonra, birkaç saniye durun ve nefesinizin akışını izleyin. Sessiz ama güçlü bir mevcudiyet duygusunun farkında olun.
Bu uygulamada başarınızı tek bir ölçütle ölçebilirsiniz: içinizde duyduğunuz huzurun derecesiyle.
Aydınlanma yolculuğunuzda tek en önemli adım şudur: Zihninizden ayrılmayı, onunla özdeşleşmemeyi öğrenmek. Düşünce akışınızda bir aralık, bir boşluk yarattığınız her seferinde, bilincinizin ışığı güçlenir.
Bir gün kendinizi, kafanızdaki sese bir çocuğun maskaralıklarına gülümsediğiniz gibi gülümserken yakalayabilirsiniz. Bu sizin artık zihninizin içeriğini o kadar ciddiye almadığınız anlamına gelir, çünkü artık benlik duygunuz ona dayanmamaktadır.

AYDINLANMA: DÜŞÜNCENİN ÜZERİNE YÜKSELME
Siz büyürken kendinizle, kim olduğunuzla ilgili -kişisel ve kültürel koşullanmanıza dayanan- bir zihinsel imaj oluşturursunuz. Buna hayalet benlik, ego diyebiliriz. O zihin faaliyetinden oluşur ve ancak kesintisiz düşünmeyle sürdürülebilir. Ego terimi farklı insanlara farklı şeyler ifade eder, ama ben burada onu zihinle bilinçsizce özdeşleşme sonucunda yaratılan sahte benlik anlamında kullanıyorum.
Ego için şimdiki an mevcut değildir. O sadece geçmişi ve geleceği önemli görür. Gerçeğin bu tam tersine çevrilişi egosal zihnin bu kadar bozuk-işlevli oluşunun nedenidir. O daima geçmişi canlı tutmakla ilgilenir, çünkü geçmişiniz olmadan siz kimsinizdir? O varlığının sürmesini sağlamak ve orada bir tür rahatlık, kurtuluş ya da doyum aramak için kendisini sürekli geleceğe projekte eder. O der ki: “Bir gün bu ya da şu gerçekleştiğinde ben iyi, mutlu, huzurlu olacağım”
Ego şimdi ile, yaşanan an ile ilgileniyormuş göründüğünde bile, onun gördüğü şey şimdi değildir: O yaşanan anı geçmişin gözleriyle gördüğünden, onu tümüyle yanlış algılar. Ya da yaşanan anı -hedefe götüren- bir vasıtaya indirger, ki bu daima zihnin-projekte ettiği gelecekte yatan bir hedeftir. Zihninizi gözlemleyin, bunun böyle işlediğini göreceksiniz.
Şimdiki an özgürlüğün anahtarını barındırır. Ama siz zihniniz olduğunuz sürece şimdiki anı bulamazsınız.
Aydınlanma, düşüncenin üzerine yükselmek demektir. Aydınlanmış halde, siz düşünen zihninizi yine, gerektiğinde kullanırsınız, ama bunu eskisinden çok daha odaklanmış ve etkili bir biçimde yaparsınız. Onu çoğunlukla pratik amaçlarla kullanırsınız, ama şimdi istemdışı iç diyalogdan kurtulmuşsunuzdur, ve içsel bir sessizlik ve sükunet vardır.
Siz zihninizi kullandığınızda, ve özellikle yaratıcı bir çözüme ihtiyacınız olduğunda, her birkaç dakikada bir düşünce  ile sessizlik, düşünce ile düşünce’sizlik arasında gidip gelirsiniz. Düşünce’sizlik hali düşünce’siz bilinçtir. Ancak bu şekilde yaratıcı biçimde düşünmek mümkündür, çünkü ancak bu şekilde düşünce gerçek bir güce sahip olabilir. Düşünce, çok daha geniş bilinç alemine bağlı olmadan, tek başına hızla kısır, anlamsız ve yıkıcı hale gelir.
DUYGU: BEDENİN ZİHNİNİZE TEPKİSİ
Ben zihin derken, bu sözcükle sadece düşünceleri kastetmiyorum. O aynı zamanda sizin duygularınızı ve tüm bilinçsiz zihinsel-duygusal tepki kalıplarınızı da içerir. Duygu zihnin ve bedenin buluştuğu yerde ortaya çıkar. O bedenin zihninize gösterdiği tepkidir, ya da buna, zihninizin bedendeki bir yansıması da diyebiliriz.
Düşüncelerinizle, hoşlandığınız ve hoşlanmadığınız şeylerle, yargılarınızla ve yorumlarınızla daha çok özdeşleştikçe, yani izleyen bilinç olarak orada daha az mevcut oldukça, siz bunun farkında olsanız da olmasanız da, duygusal enerji birikimi daha güçlü olacaktır. Eğer duygularınızı hissedemezseniz, eğer onlarla bağlantınız kesilmişse, en sonunda onları fiziksel düzeyde bir hastalık ya da hastalık belirtisi olarak deneyimleyeceksinizdir.
EĞER DUYGULARINIZI HİSSETMEKTE ZORLANIYORSANIZ, işe dikkatinizi bedeninizin içsel enerji alanında odaklayarak başlayın. Bedeninizi içten-doğru hissedin. Bu ayrıca sizi duygularınızla temasa geçirecektir.
Eğer zihninizi gerçekten tanımak istiyorsanız, beden size daima doğru bir yansıma verecektir, bu yüzden duyguya bakın, ya da daha iyisi, onu bedeninizde hissedin. Eğer onların arasında belirgin bir çatışma varsa, burada düşünce yalan, duygu gerçeği söylüyor olacaktır. Bu sizin kim olduğunuzla ilgili en yüksek gerçek değil, o sıradaki ruh halinizle ilgili göreceli gerçek olacaktır.
Siz bilinçsiz zihin faaliyetinizi düşünceler olarak fark edemeyebilirsiniz, ama o daima bedene birduygu olarak yansıyacaktır, ve siz bunu fark edebilirsiniz.
Bir duyguyu bu şekilde izlemek, bir düşünceyi -daha önce tarif ettiğim gibi- dinlemek ya da izlemek ile temelde aynı şeydir. Aradaki tek fark, bir düşünce sizin kafanızda bulunurken, bir duygunun güçlü bir fiziksel unsura sahip olması, ve böylece öncelikle bedende hissedilmesidir. O zaman siz -onun tarafından yönetilmeden- duygunun orada olmasına izin verebilirsiniz. Siz artık duygu değil; izleyen, gözlemleyen mevcudiyetsinizdir.
Eğer bunu uygularsanız, sizde bilinçsiz bulunan herşey bilincin ışığına çıkacaktır.
KENDİNİZE ŞUNU SORMAYI ALIŞKANLIK HALİNE GETİRİN:  Şu anda içimde ne olup bitiyor? Bu soru size doğru yönü gösterecektir. Ama onu analiz etmeyin, sadece izleyin. Dikkatinizi içinizde odaklayın. Duygunun enerjisini hissedin. Bir duygu mevcut değilse, dikkatinizi daha derinlere, bedeninizin içsel enerji alanına yöneltin. O, Var’lığa açılan kapıdır.
Şimdi’nin Gücü – Uygulama Kitabı
Eckhart Tolle