Booking.com

Kendinizi düşüncelerinizden arındırın, özgür olun



Çoğu insanın düşünce sistemi büyük ölçüde istek dışı, otomatik ve tekrarlama şeklinde çalışır. Bu olgu, bir tür zihinsel parazitten daha fazlası değildir ve gerçek bir amaca hizmet etmez. Aslında düşünmezsiniz; düşünce kendiliğinden oluşur. "Düşünüyorum" ifadesi, bir kasıt bildirir. Bu kasıt, konu hakkında söz hakkınız olduğunu, kendi adınıza bir seçim yapabileceğiniz anlamına gelir, oysa çoğu insan için durum böyle değildir. "Yediklerimi sindiriyorum," "damarlarımda kan dolaşımını sağlıyorum" gibi sözler ne kadar yanlışsa, "düşünüyorum" demek de o kadar yanlıştır. Sindirim kendiliğinden olur; kan dolaşımı kendiliğinden olur; düşünmek kendiliğinden olur.

Zihinle tanımlama derecesi, kişiden kişiye değişir. Bazı insanlar kendilerini zihinlerinden arındırdıklarında, kısa bir süre için bile olsa, gerçek özgürlüğün tadını çıkarırlar ve o kısa süre içinde hissettikleri huzur, mutluluk ve canlılık, hayatı yaşamaya değer hale getirir.

Yaratıcılık, sevgi ve şefkatin güçlendiği zamanlar da vardır. Ama diğerleri, sürekli egolarına tutsak olarak yaşarlar. Kendilerine, başkalarına ve etraflarını saran dünyaya karşı yabancılaşırlar. Onlara baktığınızda, yüzlerindeki gerginliği, çatık kaşlarını veya gözlerinde'ki dalgın bakışları fark edebilirsiniz. Dikkatlerinin büyük bir bölümü, düşüncelerine yönelmiş durumdadır ve bu yüzden sizi gerçekten göremezler ve sizi gerçekten dinleyemezler. Dikkatleri yalnız zihinlerindeki düşünce biçimleri olarak var olan geçmişe veya geleceğe odaklanmıştır. Ya da size oynadıkları role uygun şekilde davranırlar ve yine kendileri olamazlar.

Çoğu insan, "gerçek benliklerine", "gerçek kimliklerine" yabancılaşmıştır. Bazıları öylesine yabancılaşmıştır ki, başkalarıyla paylaşımları herkese "sahte" görünür; tabii onlar kadar kendilerine yabancılaşarak "sahte" davranmayı benimsemiş olanlar hariç. Yabancılaşmak, herhangi bir ortamda, herhangi bir durumda, herhangi biriyle birlikteyken veya kendi başınızayken bile, sürekli huzursuz olmak demektir. Sürekli "eve" dönmeye çalışırsınız ama kendinizi asla evinizde hissedemezsiniz.

Kafanızdaki sesin kendine ait bir canı vardır ve çoğu kişi o sesin merhametine kalmış durumdadır. "Düşüncenin", diğer bir deyişle "zihnin" tutsağı konumunda olan insan, geçmişteki olaylarla şartlandığından, geçmişi tekrar tekrar canlandırmak durumunda kalır. Doğu'lular buna "karma" derler. İçinizde oluşan düşünceler ve algıladığınız zihin sesi ile, geçmişte olan biten bazı şeyleri tekrar canlandırdığınızda, gerçekte ne yaptığınızın farkında olamazsınız, zaten bilseydiniz, düşüncelerin esiri olmazdınız.

Binlerce yıldır, insanlık gitgide daha çok zihnin esiri olmuş ve kendisine hakim olan sahte kimliğin "asıl benlik" olmadığının farkına varamamıştır. Kendini sürekli zihniyle tanımladığından, sahte benlik duygusu "Ego" ortaya çıkmıştır.

Egonun yoğunluğu, kendinizi ne derecede zihninizle ve düşüncelerinizle tanımladığınıza bağlıdır. Düşünmek, bilincin, ya da gerçek kimliğinizin toplamının minicik bir parçasından başka bir şey değildir.

Yirminci yüzyılın en büyük yazarlarından Franz Kafka, Albert Camus, T. S. Eliot, James Joyce gibi yabancılaşmanın insan varlığının evrensel ikilemi olduğunu fark etmiş, muhtemelen kendi içlerinde de bunu derinden hissetmiş ve çalışmalarında muhteşem şekilde ifade etmişlerdir. Her ne kadar bir çözüm sunamamış olsalar da, bize insanlığın bu sorunuyla ilgili derin bakış açısı sunmuşlardır. Kişinin kendi sorununu açıkça tanımlayabilmesi, onu aşmak için atabileceği ilk adımdır.

"Ego", insan psikolojisinde kimliğin, kendini ikiye ayırdığı noktadaki çatlaktan içeri girer. Bu ayrımı "ben" ve "kendim" şeklinde isimlendirebiliriz. Dolayısıyla, kelimeyi "kişilik bölünmesi" şeklindeki anlamıyla kullanırsak, her ego, aslında bir şizofrendir.

Kendinize ait bir zihinsel imajla yaşarsınız ve bu kavramsal benlikle bir ilişki içine girersiniz. Hayatın kendisi kavramsallaşır ve "hayatım"dan söz ettiğinizde, konuştuğunuz kişilerin hayat'larından ayrı bir hayatınızın var olduğunu kabul edersiniz. "Hayatım" diye düşündüğünüz, yada konuştuğunuz ve buna inandığınız her seferinde, aldatıcı bir aleme sürüklenirsiniz. Eğer "hayatım" diye bir şey varsa, "hayat" ve "ben" ayrı şeyler olması gerekir ki, bu aynı zamanda hayatımı kaybedebileceğim anlamına da gelir. Ölüm, gerçek bir tehdit olarak görünmeye başlar. Kelimeler ve kavramlar, hayatı kendi içinde, gerçek dışı ayrı parçalara böler. "Hayatım" kavramının, ayrılık duygusunun kökeni, yani egonun kaynağı olduğunu söyleyebiliriz.

Eğer "ben" ve "hayat" farklı şeyler ise, yani "ben" hayattan başka bir şey isem, o zaman, var olan her şeyden ayrı konumda olmalıyım, ama onlardan nasıl ayrı olabilirim ki? "Ben" nasıl hayattan, Varlık'tan ayrı olabilir ki?, bu imkansızdır! Dolayısıyla, "hayatım" diye bir şey yoktur ve "ben" ayrı bir hayata sahip olamaz. "Benlik" hayatın kendisidir, ben ve hayat tek'tir, bunun aksi olamaz.

O halde, hayatımı nasıl kaybedebilirim ki? Zaten sahip olmadığım bir şeyi nasıl kaybedebilirim? "Ben" olan bir şeyi nasıl kaybedebilirim? Bu imkansızdır.
(Eckhart Tolle - Var olmanın gücü)
İnsanları birleştiren fikirler değil, duygulardır





Fikirler; durağan, bireysel ve dogmatik olduklarında tehlikeli hale gelebilirler, çünkü gerçek; sabit değil dinamiktir. İnsanları birleştiren asıl şey; fikirler değil, duygulardır. İnsanlar asıl birleşmeyi; sevgide, merhamette, heyecanda, aşkta yaşarlar. Fikirler ile yaşıyoruz, onlar olmadan insan olma özelliğimiz kaybolur ve diğer hayvanlar gibi sadece güdüsel kalırız. Fakat fikirler yaratılışı sırasında saf ve erkli olsa da, onu kullanan insanın elinde kutuplaşarak, bireysel amaçlar için sömürü aracı haline gelmiştir.

Düşünme yetisi insanı insan yapan farklılıktır. Düşünen insan; bilimi, felsefeyi, toplumu, kültürü kendisi yaratıyor. Sonra İnsan, dönüp yarattığı o kültüre, felsefeye, topluma köle oluyor, farkına varamıyor kendi yarattığının esiri olduğuna.

Son yıllarda “Gerçekte yaşayan şey nedir?” sorusuna verilen bir cevap var: “Yaşayan şey sadece fikirler ve öğretilerdir”.

Fikirlerin insanları buluşturma özelliği vardır. Oysa farkında mıyız ki; insanı birbirinden ayıran şey de fikirlerdir. Fikirler, düşüncenin ürünü olan yayılgan tohumlardır. Bir gün bir beyinde doğar ve bilince ekilirler. Bir kez ekilen bir fikir, hızla büyüyüp tüm dünya bilincini kaplayabilir. Duygular her anın içinde aynı sabitlikle yaşansa da, yaşanmasa da, birleştiricilikleri sürekli ve dinamiktir. Fikirlerden daha çok bulaşıcı hale gelmeleri ise, onlara verilen izinle gerçekleşir.

İnception (Başlangıç) filmini izleyenler hatırlayacaktır; Cobb; uzun süre hapiste kaldıkları derin ortak rüyada mutsuz olan eşinin zihnine: “İçinde bulunduğumuz rüya gerçek dünyamız değil, eğer ölürsek asıl yaşamımıza uyanacağız.” fikrini tohumlayıp ekiyordu.

Cobb’un eşi, rüyadan kurtulup yaşama geri döndüklerinde; ekilen bu fikrin etkisinden kurtulamayarak, yaşamını sona erdirirse, asıl hayatına ve çocuklarına uyanacağını düşünüp intihar ediyordu. Bu fikre o kadar inanıyordu ki, çok sevdiği eşini arkasından gelmeye ikna etmek için, ölümüne eşinin sebep olduğunu yazan bir de vasiyet bırakıyordu. Cobb; kendi ektiği bu fikrin sonuçlarından kurtulup, evine ve çocuklarına dönmeye çalışıyordu. Ve kurtuluşunu da yine bir fikir tohumlamak ile sağlıyordu. Kendi ürünü olan fikrin esiri olmak, tam da böylesi bir şey işte.

Bir fikir aynı anda, hem hayatı kurtarabilir, hem hayatı yok edebilir. Belirleyici olan; her bir bireyde özgün farklılıklar gösteren insanın duyguları ve zamanın akışı içindeki sayısız değişkendir. Her şeyi "an" belirler, an'ın içindeki özgünlük belirler.

Filmin içindeki fikirler ve rüya konusunda ilginç bilgiler, film işte deyip geçecek kadar basit değil. Ekilen bir fikrin tehlikeli olup olmayacağını önceden bilmek de imkânsız aslında. Bunu kendi zamanının içinde her birey için yaşanan anlar ve duygular belirliyor. Bu yüzden yaşamın naturasına bakarsak, fikirlerin sabit olması da mümkün değil aslında.

Eski bilgiler ve görüşler bir kültürde çökmeye başlarken, insanlarda kaygılar oluşur. Korkunun gardiyanlığı bazen acımasızdır. Dünyanın döndüğünü söyleyen Galileo’yu yargılayan, İsa’yı ve Hallac-ı Mansur’u haça geren korku; fikirlerin değişmesine karşı koymaya çalışan kaygıdır. İnsanın kendi yarattığı fikirlere bu derecede tapınır hale gelmesinin de örnekleridir.
Bir fikir, insanı kendisine köle yapmaya başladığında, yok edilmelidir


Korkuda kutuplaşan insanlar, kendilerine göre mantıklı neden bulmakta aşırı ustadırlar. Dünya tarihindeki tüm acımasızlık sahnelerinde bu ustalık, ne yazık ki tarihi istediği gibi yazma erkine sahip olmuştur. Geldiğimiz noktada, kendimizi güya aydınlık ve modern sandığımız bir dönem yaşıyoruz. Fikirler; teknolojideki iletişim sayesinde, en hızlı yayılımını yaşıyor. Bir taraftan yayılan değişim titreşimleri çoğalırken, eski modası geçmiş fikirlerin rantlarda birleşen kuvvetleri, onları son gücüyle bastırmaya çalışıyor. Teknolojiyi kendi amaçları uğruna sömüren kutuplaşmalar, aslında son fırsatlarını kullanıyorlar. Kendi yarattığı fikirlerin kölesi olan insanlar, kendi kaygı denizinde kendini boğmak üzere.

Bir taraftan bu boğulmayı seyreden ve fikirlerden uyanıp tüm eski zincirlerinden kendini koparabilen, kendi içlerindeki sevgi bağını hissederek ona tutunan öncü insanlar var. Eski dogmatik enerjinin tüm gücüyle katletmeye çalıştığı bu insanların tek korunmaları da, yine içlerindeki sevginin kaynağı. Son güçleriyle ellerini uzatabildiklerini kurtarmaya çalışıyorlar. Ancak tutundukları fikirleri öldürebilenler, uzatılan bu elleri görebiliyor.

Fikirleri biz yaratıyoruz, onlar ölümsüz değildir, değişebilir. Beynin yapısını bilenler bilirler ki; bizim nöron nöron ördüğümüz yollardır onlar. Değiştirecek olanlar da bizleriz.

“Kendi yarattığına tapınan ve onunla yaradana şirk koşan insan” fikirlerin kölesi olan insandır. Değiştirme gücü ise, fıtratında zaten ham haliyle hep var olan güzel duygulardadır. Yaşanan tüm savaşlar fikirlerin savaşıdır. Fikirlerin kutuplaşmaları, savaş sırasında insanların duygularını sömürerek savaş aracı yaparlar sadece. Öfke, kızgınlık, kin, öç, korku adındaki duygulardır hizmetlerine aldıkları. Aşkı, sevgiyi, merhameti, barışı, şefkati savaş aracı yapmak ise mümkün değildir.

Fikirler ölümlüdür. Onun ne zaman öleceğini belirlemek de aslında çok basittir. İnsan hür olmaya adanmıştır. Onun köle olması, yaşamın temeline aykırıdır. Bir fikir, insanı kendisine köle yapmaya başladığı anda öldürülmelidir.

Yeni dönemde, tüm bağnaz, dogmatik, köleci, sabit fikirlerin ölümüne niyet ediyor, aşk, sevgi, merhamet ile birlikte yürüyeceğimiz yepyeni bir rüyanın doğumunu diliyorum.

Kaynak:
indigodergisi.com


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder