Booking.com

17 Mart 2018 YENİAY; Kaybetme ya da Kaybolma Korkusu Üzerine Dersler…






SU içinde SU bir YENİAY bekliyor bizi… SU element olarak herşeyin içinde eridiği, birleştiği, dönüştüğü, aslından başka bir oluşuma geçtiği ve nihayet bir başka formda can bulduğu süreçleri temsil eder.

Giderilmesi gereken sorun, iyileşmesi gereken hastalık, farkedilmesi gereken bozulma, çürüme, tükenmiş, ömrü dolmuş ama şeklen varlığı devam eden bir oluşum, bu YENİAY sürecinde, tespit edilir, çözülme, yokolma, başka bir hale evrilme aşamasına geçer.

Evrensel ve Sosyal Düzlemde;
Ölümcül kabul edilen bir hastalığın sebepleri ve tedavi yöntemleri konusunda, önemli gelişmeler kaydedilebilir.
Bazı çatışmalarda, kimyasal silahlar kullanıldığına dair bilgiler ortaya çıkabilir.
Türkiye’ye yönelik bir saldırının gerçekleşmesi ya da bir tehditin veya taraflar arasında karşılıklı ültimatomların dile getirilmesi söz konusu olabilir.
Bazı komplo veya suikast iddiaları ya da bilinen olaylar hakkında yeni detaylar ortaya çıkabilir.
Devlet adamlarının ve üst düzey bürokratların adının karıştığı hoş olmayan idiialar gündeme gelebilir. Bazı görevden almalar söz konusu olabilir. Ya da bazı kişiler için yapılan uzun vadeli kariyer planları değişebilir.
Alınmış olan bazı hukuki kararların, meşruiyeti sorgulanabilir.
Bankacılık sistemi ve finans kurumlarıyla ilgili, bazı aksaklıklar veya eskiden yapılmış bazı yolsuzluklar, gündeme gelebilir.
Askeri kurumlar ve orduyu ilgilendiren ve geçmişte soruna yol açmış olan konular, yeniden gündeme gelebilir ve farklı boyutları ortaya dökülebilir.
Din kurumları ya da dini inanç temelli bazı yapılanmalardaki uygunsuz veya gizli faaliyetler hakkında, yeni bilgiler ortaya çıkabilir.

Bireysel Düzlemde;
Sağlığımız, can ve mal güvenliğimiz, hukuki veya finansal haklarımız hakkında endişeli olabilir, bunlara yönelik tehditlerin boyutunu saptamakta ve gerekli aksiyonun ne olduğuna karar vermekte, zorluk çekebiliriz.
Sosyal gerilimler, bireysel anksiyetemizi tetikleyebilir.
Yerine getirilmesi gereken ve ihmal edilmiş bazı yükümlülüklerimiz, kaçınılmaz olarak önümüze gelebilir.
Kandırılmak, haksızlığa uğratılmak, yanlış yönlendirilmek gibi sorunlar yaşadığımızı farkedebiliriz. Ya da böyle kuşkular duyabilir ve arkasını incelemek isteyebiliriz.
Haksızlık, yolsuzluk, yalancılık ya da sorumsuzluk yaptığımız konularda yargılanabiliriz ya da böyle suçlamalarla karşılaşabiliriz.
Kaybetme korkularımızla veya baskıladığımız kaygılarımız ve sorunlarımızla yüzleşmemiz gerekebilir.
Üzerimizde aşırı baskıya yol açan ya da bizim kendimize ve başkalarına fazla baskı uyguladığımız konular, ortaya dökülebilir.
İnançlarımızı, sorgulamadan teslim olduğumuz aidiyetleri, farklı bir gözle değerlendirmek isteyebiliriz.
Bizi tüketen, bedenimize ya da zihinsel ve duygusal bütünlüğümüze zarar veren alışkanlıklarımızla vedalaşmak ya da daha ciddi kayıpları göze almak zorunda olduğumuzu fark edebiliriz.
Bitmesi gereken bir evrenin, önlenmesi mümkün olmayan bir kaybın, gözden çıkartılması şart olan bir maddi varlığın, uzatmaları oynayan bir ilişkinin, bu YENİAY’da dönüşüm çizgisine gelmesi doğal olur.

Çözülme ve çürüme, bitiş ve başlangıç, ölümden doğan yeni hayatlar ve olasılıklar, hayatın doğal döngüsünde olan bir şeydir. Ama bu döngü insana, kendi bedeni, sahip oldukları ve hayatın akışı hakkında, kontrol sahibi olmadığını hatırlatır ve hem korkuya, hem de dirence neden olur.

İnsan çoğu kez, süreci dolmuş, faydası bitmiş, anlamı yitmiş şeyleri bile, sırf KABUL edemediği için, ısrarla sürdürmeye, sündürmeye, peşinden sürüklenmeye, her şeye rağmen kendi istediği yöne çevirmeye çalışır. Bilmediği bir iyileşmeyi yaşamaktansa, tanıdık bir acıyı sürdürmeye, yokoluşa giden bir yolda ısrarla yürümeye razı olur.

Bu, KAYBETMEMEK İÇİN KAYBOLMAK’tır. Bağlarımızın BAĞIMLILIĞA dönüştüğü her şey, bizi bu duruma getirebilir!

Bazen insan ne kadar çok’a sahip olsa da, kendini yeterli’ye sahip hissetmez. Zira o insan kendini YETERLİ hissetmez! Sürekli olarak hayatın içinde ”mükemmel” bir dengeyi kurmaya çalışır… Ama o dengeyi bozan ufacık bir şey bile, YIKIM ihtimalini çağrıştırdığı için, bütün korkularını da depreştirir. Oysa kayıplar, değişimler, tükenişler, ölümler, bir LANET değildir. Hayatın böyle döngüleri, insanı sadece kendi içindeki DAHA İYİYİ YAPMA güdüsünü keşfetmeye, unuttuğu, uyuttuğu, bir türlü verimli kullanamadığı bir niteliğini ortaya koymaya teşvik ederler.

Ya da bazen insanın bir yanı, ne olursa olsun hiç bir şeyin değişmeyeceğini, ne yaparsa yapsın hiç bir şeyin zarar görmeyeceğini, oyunun kurallarını ne kadar bozarsa bozsun kendisinin devre dışına atılmayacağını, saçma ve yanlış olduğunı bildiği halde bir tutumu ısrarla sürdürebileceğini düşünmek ister…

Bu çocuksu EGO’nun vardığı en zararlı duraktır!

Davranışları konusunda sorumluluk almayan… Yaptıklarının getireceği sonuçları düşünmek istemeyen… Sadece ama sadece kendi güdülerini izleyen ve tatmin olmak ya da mahrum kalmamak için yaşayan… BÜYÜMEYİ ve hayatının sorumluluğunu taşımayı kabul etmeyen ego, elini hiç bir taşın altına koymaz. Sürekli taşların üzerinden sekerek, bahaneler bularak, kendini taşıtacak birilerini bularak, hatta bazen birşeyleri devirip yıkarak, birilerine zarar vererek, ve bütün bu zamanlar boyunca yalnızca İYİ HİSSETMEYİ isteyerek yoluna devam eder. Ve o iyilik bir türlü gelmez…

Bu insanın kendini, hayatını, şanslarını, seçimlerini, yollarını tüketmesinden başka bir şey değildir. Böyle seçimler, bir noktada büyük kayıplar ile sonuçlanır.

Bu YENİAY, zurnanın zırt dediğini duymamız, daha ötemizde gidecek bir köyün kalmadığını görmemiz gerekebilir.

İstediklerimize erişmek ya da ele tuttuklarımızı kaybetmemek için, korktuğumuz için, kabullenemediğimiz için, ya da bize birşey olmayacağına, bir şekilde gerçeklerden ve sorumluluklardan kaçış yolu bulacağımıza inanmak istediğimiz için, abartılı davranışlar içine girdiğimiz her durum, bizim içinde kaybolduğumuz bir deliktir…

Bu YENİAY’da içinde kaybolduğumuz delikleri, bizi kendi gerçeğimizden uzaklaştıran yolları, daha güzeli, daha anlamlıyı, daha verimliyi, daha tatminkarı yaşamaktan bizi alıkoyan saplantıları ve korkuları, bedenimizi dahi hasta eden alışkanlıkları, BIRAKMAYA cesaret edelim :)

Aslan’ın egosunu değil sevgisini, umudunu ve cesaretini, Balık’ın kaybolup gitme eğilimini değil KABUL’e geçme becerisini, 8’inci evin her sonun içinden can veren başlangıçlara dair işaretlerini tutalım elimizde, YENİ bir AY olalım…

Evet… İnsan AY gibidir! Işığımızı aldığımız kaynak, yani EVRENSEL SEVGİ ve YARATICI GÜÇ bizi her daim aydınlatır. Yeter ki biz yüzümüzü o ışığa dönelim.

Juno astrology


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder